S.14

Aradan dört ay geçti. İlkbahar, Ötüken’i cennet gibi güzelleştirmişti. Bozkırlar yeşermiş, karların erimesiyle kabaran sular hızlanmıştı. Çin’e akın vardı. Yüz bin kişilik bir Türk ordusu hazırlanmış, Kara Kağan’ın buyruğunu bekliyordu. Tulu Hana yirmi bin kişilik ordusu ile gelip Kağanın buyruğuna girmişti. Kür Şad ve Tunga Tigin kendi tümenlerinin başına geçmişlerdi. Kağan da altmış bin kişilik öz çerisi ile geriden gelecekti. Binbaşı Işbara Alp, Kür Şad’ın tümeninde idi. Batı Kağanının elçileriyle Çin beği Şen-king, Kara Kağan’ın ordusunda bulunuyorlardı.

622 yılının güzel bir gününde yürüyüş buyruğu verildi. Kür Şad’ın tümeni öncü idi. 100.000 atlı bir yol bile ardına bakmadan atlarını mahmuzladı. Akın oldu mu, savaş başladı mı, Türkler ata bindi mi artık onların gözleri yalnız ileriyi görür, geride bıraktıkları çocukları, karıları, anaları akıllarına gelmezdi.

Bu koca ordu dört nala yürüyüşlerle beş günde Çin sınırını aşmış, büyük Çin duvarının önüne gelmişti.

Çinliler hemen ateş yakarak Türk ordusunun geldiğini gerilere bildirmişler, Çin seddinin kapılarını iyice kapıyarak kulelerde toplanmışlardı.

Öncü tümenin başbuğu olan Kür Şad, Binbaşı Işbara Alp’ı çağırarak şöyle dedi:

- Işbara Alp! Bu duvarı çabuk aşmalıyız. Bunun için de ben bir şey düşündüm. En keskin nişancılardan on kişi seçeceksin. Bizim ikimizle birlikte bu on kişi duvarın en uygun yerini oka tutarak oradaki Çinlileri devirirken yine en seçme bahadırlardan, iyi kılıç kullananlardan on kişi de merdivenle duvara tırmanıp aşağı inerek kapıyı bize açacaklar.

Işbara Alp söz etmedi. Yalnız “buyruk senindir” diyerek geri döndü. Pek az sonra yirmi kişiyle Kür Şad’ın karşısına dikildi. Bunların onu keskin nişancı, onu da yaman kılıççı idi. Onbaşılardan Yamtar, Pars, Sülemiş ve Sançar okçuların arasında idi. Arık Buka, Gök Börü ve Üç Oğul ise kılıççıların içindelerdi.

Kür Şad’ın seçtiği birkaç yüzbaşı kendi erleriyle birlikte Çin duvarının ötesine berisine yalandan saldırışlar yaparak Çinlileri oyalarken asıl tümen burada bekleyecek ve on fedai kapıyı açınca içeri saldıracaktı.

Kür Şad’ın buyruğu üzer,ne saldırış başladı. Kür Şad, Işbara Alp, Yamtar, Pars, Sançar, Sülemiş ve altı er at üzerinde ilerliyerek Çin duvarının hücum edilen kulesindeki Çinlileri oka tuttular.

Onbaşı Arık Buka, Gök Börü, Üç Oğul ile yedi er ise yaya olarak merdiveni sürüp duvara dayadılar.

Kür Şad’la yanındakiler öyle ok yağdırıyorlardı ki kuledekiler göz açamıyorlar, birer birer vurulup düşüyorlardı. Merdiven dayanmıştı. En önde Ötüken’in deli onbaşısı Gök Börü olmak üzere on fedai merdivene tırmanıyorlardı. Onbaşı, kalkanını siper etmiş çıkıyor, arkasından Üç Oğul geliyordu. Çinliler tehlikeyi anlamışlardı. Başlarını çıkarıp ok atamadıkları için içerden taşlar fırlatıyorlardı. Bu iri taşlardan kimisi Onbaşı Gök Börü’nün kalkanına geliyor, merdiveni sarsıyordu. Fakat aşağıdan merdiveni iki tane pehlivan gibi Gök Türk eri tutuyor, Gök Börü’nün çelik kollarıyla tuttuğu kalkanına ise bir şey olmuyordu.

Kür Şad’la Işbara Alp’ın ve ötekilerin yağmur gibi yağdırdığı oklar Çinlileri sapır sapır yere sererken Onbaşı Gök Börü bir adımını Çin seddinin üstüne atarak kılıcını sıyırdı ve havada yaman bir döndürüş döndürdü. Bu döndürüş sırasında Çinlilerin bir adım gerilemeleri Onbaşı Üç Oğul’un da duvara çıkması için kâfi gelmişti. İkisi kılıç savurmağa başlayınca öteki sekizi de içeri atladılar. Sert bir kılıç savaşı başladı. Burada on Türkler Çinliler göğüs göğüse gelince aşağıdakiler ok kesmeğe mecbur oldular. Kür Şad duvara çabuk bir göz gezdirdi. Duvarın üstünde bir ölüm dirim çarpışması başladığını, on Türk’ün bir çok Çinli tarafından sarıldığını, sağdan soldan da bir çok Çinlilerin koşarak yardıma geldiğini görünce fedailerin baskını tutturamadıklarını anladı. Bu sıkışık durumda işler çabuklukla çözülebilirdi. Kür Şad yanındakilere kılıçla duvarı göstererek “davranın!” diye haykırdı. Sonra atından atlıyarak merdivene seğirtti. Işbara Alp, onbaşılar ve erler de öyle yaptılar. Kür Şad bir solukta duvara çıkmıştı. İş tehlikeliydi. Ya bir yol bulup buradan aşağı inerek kapıyı açacaklar, yahut da 22 kişi burada öleceklerdi. Kendi yanından da bir o kadar Çinli daha koşarak geliyorlardı. Kür Şad, kulenin en yüksek yerine çıkarak Işbara Alp’ı yanına çekti ve ona buyurdu:

- Işbara Alp! Ben buradan gelenleri okla durduracağım. Sen de öteden gelenleri durdur. Çerilerinden en iyilerine buyruk ver; Biz okla iş görürken kılıçla yağıyı yarıp mutlaka açsınlar!

Işbara Alp bağırdı:

- Onbaşılar! Kılıçla Çinlileri yarıp aşağı inin. Hepiniz ölseniz bile kapıyı açın. Ordu içeri saldıracak. Çabuk!

Kür Şad sağa, Işbara Alp sola ok yağdırır ve 13 er karşılarındaki 50-60 Çinli ile kılıç tokuştururken Işbara Alp’ın yedi onbaşısı yani Yamtar, Pars, Sülemiş, Sançar, Gök Börü, Arık Buka ve Üç Oğul kılıçla Çinlilrin arasına daldılar. Işbara Alp soldan gelen 50-60 kadar Çinlinin her atışta en önde olanını vuruyor. Kür Şad daha çabuklukla sağda aynı işi yapıyordu. On üç er ise birer birer kırılıyor, fakat canlarını da pahalıya satarak bir yandan da Çinlileri kırıyordu.

Onbaşılar Çinlilere yaman dalmışlardı. En önde iri Yamtar koca kalkanıyla siper alarak yürüyor, kılıcını hiç kullanmıyordu. Koçların arasına dalmış buğa gibi yalnız yürüyüşüyle Çinlileri eziyordu. Tulgası ile demir göğüslüğüne gelen kılıçlara aldırış bile etmiyordu. Yamtar’ın sol gerisinde Pars kıvrak ve uslu oyunlarıyla adım adım yürüyor, etrafı da kolluyordu. Gök Börü’nün ardında Sülemiş, Pars’ın arkasında da Arık Buka vardı. Sançar en geride bulunuyor, böylelikle bu altı onbaşı bir daire teşkil ediyorlardı. Sançar Yamtar’la arka arkaya dönmüştü. Yamatar adım adım ilerledikçe o da adım adım gerileyerek bu dairenin gerisini koruyordu: Onbaşı Üç Oğul ise dairenin tam ortasında topaç gibi dönüyor, aksıyan, yadım istiyen arkadaşı hesabına bir iki kılıç dürtüşü yaparak durumu düzeltiyordu.

Onbaşıların işi yolunda gidiyordu. Çünkü Kür Şad’la Işbara Alp yardıma gelen Çinlileri uzaktan okla devirerek çevrelerindeki kalabalığın çoğalmasına engel oluyorlardı. Fakat bu iyi durum uzun sürmedi. Çünkü Kür Şad’la Işbara Alp ‘ın okları bitmiş, önlerinde çarpışan on üç erden de ayalta yalnız beş kişi kalmıştı.

Işbara Alp, erlerden birine buyruk vererek merdivenlerden gene aşağıya inerek ok getirmesini söyliyecekti. Fakat merdiven devrilmiş ve parçalanmıştı. Artık çıkar yol yoktu. İş burada bitirilecekti. Kür Şad’la Işbara Alp beş erin arasına karışarak kılıçlarını çektiler. Arkalarını duvarın burçlarına vermişler, kendilerinin on misli Çinli ile vuruşuyorlardı. Işbara Alp bu Çinlileri yarmak, onbaşıların yardımına koşmak için saldırış yaptı. Fakat Albız alsın! Bu gün işler dikine gidiyordu. Tam Çinlileri sağa sola yarıp birkaçını devirmişken kılıcı kırıldı ve Işbara Alp yaralı olarak gene Kür Şad’ın yanına geldi. O sırada binbaşının yanındaki bir er vurulmuş, düşünüyordu. Işbara Alp tam zamanında onun kılıcını elinden kaparak yarılmakta olan sıralarını gene düzeltebildi. Yoksa darma dağınık olacaklardı.

Kür Şad’la Işbara Alp’ın boşa gitmeyen okları kesilip de yol bulan Çinlilerden bir bölük yedi onbaşıya saldırınca ağır ağır ilerliyen onbaşılar neye uğradıklarını anlıyamadılar. İlk önce bir sarsılır gibi oldular. Sonra Yamtar küfürle karışık haykırdı:

- Hay albız alsın! Bunlar Çinlilere para ile çerilik eden Kıtaylar... İt oğlu itler gelecek çağı buldular!...

İyi çeri olan bu Kıtaylar zaten yorgun ve kendilerinden çok yağı ile sarılmış olan onbaşılara çatınca iş değişmişti. Bununla beraber kapının önüne kadar da gelmişlerdi. İşte çekse kapı açılacak, Gök Türkler içeri dolacaktı. Bunu ilk gören deli onbaşı Gök Börü haykırdı:

- Haydi kımıldanın! Karşımızda az kişi kaldı. Şu işi becerelim!

Gök Börü’nün az kişi dediği gene kendilerinin ik üç misli idi. Kılıçlar öyle bir sertlikle kalkıp iniyordu ki, biraz sonra hiç birinden hayır kalmadı.

Bu ne yaman bir çarpışma, ne korkunç vuruşma idi. Şu ufacık yerdeki birkaç kişi acunun en sert savaşını yapıyordu. Bu; er kişilerin, çelik kollu, demir yürekli çerilerin işiydi. Bunun için biraz sonra meydanda Çinlilerden kimse kalmamış, meydan Gök Türklerle Kıtaylara kalmıştı.

Yedi Gök Türk onbaşısı ile on beş Kıtay...

Savaşçılar yavaş yavaş yoruldu. Geniş geniş soluyorlardı. Yorgun kollarla vurulan ve demir tulgalara , zırhlara inen kılıçlar kırılıp çentildikleri için bırakılmış, bıçaklara el atılmıştı. Kimisi bir, kimisi iki yağı ile uğraşıyordu. Yamtar ise tek başına dört Kıtayla boğuşuyordu. Kıtaylar onun çok güçlü pehlivan olduğunu anlamışlar, dördü birden üzer,ne çullanmışlardı. Artık yukarda neler olduğunu da bilmiyorlardı.

Yukarıya gelince: orada üç kişi kalmışlardı. Ortada bir çeri iki eliyle tuttuğu iki kalkanla savurlan kılıçlara karşı duruyor, onun sağında Kür Şad, solunda Işbara Alp on on beş Çinliye karşı dövüşüyordu.

Savaşın en can alacak yeri aşağıda idi. Bir aralık Onbaşı Üç Oğul bir yandan bir Kıtayla sarmaş dolaş yuvarlanırken, bir yandan da bağırdı:

- Yazık bize be! Yalnız kendi kötü canımızı korumakla mı uğraşacağız? Haydi fırlıyalım. Birimiz şu mandalı çevirsin, binbaşının buyruğunu yapmadan mı gebereceğiz be?

Bu son söz üzerine onbaşılar bir silkinip davrandılar. Fakat boşuna... İşte artık yeniliyorlardı. Damarlarında güç kalmamıştı. Soluyorlar, çabalıyorlar, lâkin bir şey yapamıyorlardı. Her yerlerinden kan sızıyordu. Bıçaklar da kırılmıştı. Kendileri de, yağıları da zırhlı olduğu için bıçakların çoğu iş göremeden düşmüş, atılmıştı. Onbaşılar ölümün yaklaştığını seziyorlar, böyle olduğu halde kapının mandalını unutamıyorlardı. Hepsi bir an için karşılarındaki yağıdan kurtulup kapıya koşmak, mandalı açmaktan başka bir şey düşünmüyordu.

Bu işi ilk deniyen Yamtar oldu. Son bir gayretle kalkarak bir Kıtay’ı iki eliyle yakalayıp kaldırdı ve karşısındakilere fırlattı. Karşısındakiler sendeleyip düşerken kapıya doğru koştu. Fakat tam mandalı çevirirken vınlıyan ok küreğine saplanarak koca Yamtar’ı diz üstü çökertti. Yaralı Kıtaylardan biri okunu tam zamanında kullanarak bu işe engel olmuştu. Yamtar, canının yanıp yanmadığını anlıyamadan yeniden bir Kıtayın saldırışına uğradı; birlikte yere yuvarlandılar.

Bu sefer Pars fırladı. Fakat iri bir Kıtay hemen ardından koşarak onu belinden kavrayıp yere çaldı.

Üçüncü olarak Sançar saldırdı. Karşısındaki iki Kıtaydan birini çelme, birini de yumrukla devirdikten sonra mandala koştu. Fakat demin Yamtar’ı yaralıyan yaralı Kıtay çerisi bu sefer de Sançar’ı kolundan vurdu. O zamana kadar da Sançar’ın payına düşen iki yağı yetişerek üzerine atıldılar.

Yedi onbaşı ile on beş Kıtay artık yerde boğuşuyorlardı. Kalkanı, yaralı Kıtay okla vuruyordu. Bu Kıtay çerisi kendilerinden otuz kırk adım ilerde yere düşmüştü. Bacağına kılıç yemiş olduğu için kalkamıyor, fakat sağlam kollarıyla iyi iş görüyordu.

Onbaşı Arık Buka’nın payına bir yağı düşmüştü. Fakat bu iri yarı ve çok güçlü bir çeri olduğundan Arık Buka kendisini güçlükle koruyordu. Onbaşı birkaç defa kendisini boğuşmaktan güç kurtarmıştı. Arık Buka kan içinde kalmış olduğu halde mandala en yakın kendisi olduğunu biliyor ve biraz da ileride de yerde bir bıçak bulunduğunu görüyordu. Bu, kırılmamış uzun bir bıçaktı. Kıtaylardan birinin olacaktı. Elini ona değdirebilse işi bitirebileceklerdi. Arık Buka boğuşma arasında çevresine bir göz attı. Dört beş adım ileride Onbaşı Üç Oğul iki Kıtayla boğuşuyordu. Zavallı Üç Oğul alta düşmüştü. Âdeta can çekişiyordu. Arık Buka ona haykırdı:

- Üç Oğul! Ayağının ucunda bıçak var. Tepip bana fırlatırsan kurtulacağız!

Üç Oğul, çevresini görmeden ayağıyla bir iki defa tepti. Bıçak Arık Buka’ya yanaşmış, o da son bir davranışla onu kavrayabilmişti. Onbaşı, bıçağı iri Kıtayın karnına saplarken Üç Oğul boğuk boğuk bağırdı:

- Yetiş! Geberiyorum...

İki Kıtaydan birisi ona sarılarak kollarını yakalamış öteki de boğazını sıkıyordu.

Arık Buka, Üç Oğul’u düşünecek çağda değildi. Yalnız bir taşla iki kuş vurmak istedi. Kalkarak kapıya doğru fırlarken Üç Oğul’un boğazını sıkan Kıtay’ın yüzüne yaman bir tekme savurdu. Bu tekme Üç Oğul’un gırtlağındaki baskıyı gevşetmiş, ona soluk aldırmıştı. Aynı zamanda Arık Buka mandala el attı.

Fakat yaralı Kıtay ok kirişte bekliyordu. Hemen gezliyerek okunu fırlattı. Bu seferki hepsinden daha yaman oldu. Çünkü ok Arık Buka’nın tam ciğerini delerek göğsünden çıkmıştı. Koca Onbaşı sarsılarak yere düşerken kendini topladı. Gene kalkarak mandala sarıldı. Kendisine ok atanı görmüştü. Onbaşıyı vuran onun gene kalkabileceğini ummadığı için yayına yeniden ok koymakta acele etmemişti. Göğsü yarıldığı halde kalkıp son bir gayretle mandala yapıştığını görünce hızla yayına bir ok yerleştirdi. Fakat geç kalmıştı. Onbaşı mandalı çevirmiş, kapıyı açıyordu. Yaralı Kıtay’ın fırlattığı ikinci ok Arık Buka’nın göğsüne saplandı.

Koca onbaşı kapıyı açmaktan doğan sevinçle acı acı gülümsiyerek haykırdı:

- Okla kancık oğlu okla!... Arık Buka’yı devirmekle iş biterse bir de benim için çek!...

Onbaşı sustu. Ayakta gözleri kapanıyordu. Dimdik yere düştü. Yiğit alnı toprağa kapanarak öylece kaldı.

Dışarıda kapının açılmasını bekliyen Gök Türk atlıları doludizgin haykırışlarla saldırırken, artık iş işten geçtiğini anlıyan Kıtaylar kaçmaktan başka çıkar yol bulamadılar. Hepsi birden; öldürmeğe, boğmağa çalıştıkları yorgun onbaşıları bırakarak kaçmağa davrandılar. Geç kalmışlardı. Yıldırım gibi içeri dalan atlılar bir saldırışta hepsini devirerek içeri doldular. Birkaçı da yukarı yönelerek Kür Şad’la Işbara Alp’ın yardımına koştular. Tam çağında yetişmişlerdi. Çünkü burada kırışa kırışa Kür Şad’la Işbara Alp yalnız kalmışlardı. Yere serdikleri Çinlilerden arta kalan sekiz on kişi iki kahramanın işini bitirmeğe uğraşıyorlardı.

Kür Şad son buyrukları vererk binbaşı ile birlikte kapının yanına indikleri zaman yiğit onbaşı Arık Buka’nın ölüsü çevresinde yorgun argın oturan altı onbaşıyı birbirlerinin yaralarını bağlarken buldular.



Gün batarken Türk ordusu dört yerden Çin duvarını aşmış, kapıları tutmuş ve Çin sınırları içinde çadır kurmuştu.

Kara Kağan’ın otağında beğler toplanmışlardı. Batı Kağanının başelçisi Kül Er Tigin de konuşmaları dinliyordu. Kısa bir konuşmadan sonra kararlar verildi: Yarın, tan atmadan yürüyüşe geçilecek, Tulu Han en doğudan saldıracaktı. Onun batısında Kür Şad’ın tümeni bulunacak, daha da batıda da Kara Kağan’la Tunga Tigin yürüyeceklerdi. Yıldırım hızı ile Çin’e saldırılacak, yetişecek kadar ulca (ganimet) alınırsa Çin ordularının gelmesi beklenmeden dönülecekti. Yalnız Kür Şad’ın canını sıkan bir şey olmuştu. O da Kara Kağan’ın Şen-king’i binbaşı yaparak kendi buyruğuna vermesiydi. Fakat Kür Şad bunun da kolayını buldu: Geceleyin kendi buyruğundaki binbaşılara ulak yollıyarak gece yarısı yola çıkılacağını bildirdi. Yalnız Şen-king’e ulak gitmemişti. Uzun yürüyüşlerle yorulmuş olan Şen-king geceleyin çadırında derin derin uyurken Kür Şad tümenini almış, Çin’in içine dalmıştı.

Kür Şad’ın öncüsü Işbara Alp’tı. O da onbaşı Pars’ı ileri çıkarmıştı. Pars dünkü boğuşmada ufak tefek yaralar, bereler almış olmakla beraber gene onbaşıların en sağlamı idi. Kendi buyruğundaki on erle karanlıkları kollıyarak, tetikte ilerliyordu. Gün ağarırken uzaktan Çinlileri gördüler. Pars’ın şimdilik yapacak başka işi yoktu. Geri dönerek, beş yüz adım geriden gelen Işbara Alp’a Çinlilerin göründüğünü bildirdi. Binbaşı boru çaldırarak çerisini yayarken Çinliler de Gök Türkleri görmüşler, savaşa hazırlanmışlardı.

Işbara Alp’ın bin kişisi iki sıra halinde dizilmişti. Binbaşı ortada ve önde bulunuyordu. At uşağı boruyu öttürünce bin kişi birden korkunç savaş haykırışlarıyla Çinlilere doğru at saldılar. Daha üç yüz adımdan ok çekerek yaklaşan bu çeriler pek yaman geliyorlardı. Fakat birdenbire ne oldu, bilinmez... Çinlilere elli adım kala durdular. Biraz daha ok yağdırdıktan sonra hızla yüzgeri ettiler. O ne? Türkler kaçıyordu.

Çinlilerin başbuğu bu fırsatı kaçırmak istemedi. Verdiği buyrukla Gök Türklerin ardına düştü. Türkler hem kaçıyorlar, hem de artlarına ok çekiyorlardı. Bu ok çekişler o kadar düzgündü ki kendilerini kovalıyan Çinlileri yaban ördeği gibi vurup attan düşüyordu.

Birden, gene nasıl olduğunu anlaşılmadan keskin bir boru daha öttü. Borunun ötmesiyle Türklerin yüzgeri etmesi bir oldu. Çin başbuğu sağa sola bakınca sarıldıklarını anladı. Türkler kaçıyor gibi görünerek Çinlileri arkalarına düşürmüşler, ortaları fazla koşarak Çinlileri arkalarına düşürmüşler, ortaları fazla Çinlileri içeri almış, iki kıskacın iki ağzı gibi Çinlileri kıstıracak durumu hazırlamıştı. Şimdi Türkler yüzgeri edince Çinliler bu kıskacın işinde kalmış oluyorlardı. Çin başbuğu kuşatıldıklarını görünce “budalaca aldandık!” diye bağırdı. Sonra çerilerine kılıç çektirdi. Okla iş görseler Türklerin kendilerini bitireceklerini biliyordu. Belki kılıçla bu kuşağın bir yerini yarıp geçebilirlerdi.

Çinlilerin kılıç çektiğini görünce Işbara Alp bağırdı:

- Kılıç çek!...

Bu buyruk Yüzbaşılar ve onbaşılar tarafından söylene söylene en uzaktaki çerilerin kulağına kadar gitti. Sonra buyruk vermeğe lüzum görmiyen Binbaşı dört nala Çinlilere at sürdü.

Yıldırım gibi kılıç çekmiş olan Gök Türk atlıları da onun gibi keyifli bir nesne idi. Çinliler de aşağı yukarı kendileri kadar olduğu için teke tek dövüşüyorlar ve bu çarpışmayı at üzerinde yapıyorlardı.

Savaş uzun sürmedi. Biraz sonra Çinlilerin hepsi yere serilmiş, başbuğları da yaralı olarak tutsak edilmişti.

Çinlilerin çabucak yok edildiğini gören Işbara Alp artık ulca toplamak çağı geldiğini anlıyarak kılıcı ile ilerdeki köyü gösterdi.

- Haydi köyü yağma edeceğiz. Dolu dizgin!...


Gök Türk çerileri yıldırım gibi köye saldırdılar. Zaten beride savaş başlarken sonunun ne olacağını kestiren köydeki Çinliler atlara atlıyarak kaçmışlardı. Atı olmıyanlar da tabana kuvvet koşuyorlardı. Gök Türkler köye girerken orada hemen hemen kimse kalmamıştı. Zaten çerilerin de onlara baktığı yoktu. Onlar koyun, davar, mal topluyorlardı.