S.47

Yamtar o günkü konuşmadan sonra Çinli filozofun evine dadanmıştı. Filozof Şen-ma altmış beş yaşlarında bilgin bir ahlâkçı idi. Felsefesini yaymak, insanları doğru yola götürmek, öğüt vermek için çok yer gezmişti. Çin’in her yerini dolaştıktan başka, Tibet’e, Kora’ya Türkeli’ne, Hind’e kadar uzanmıştı. Bir çok dilleri bilirdi. Daha Çao-lien’ in çırağı iken bazan onunla birlikte, bazan onun izniyle yalnız olarak bu ülkeleri gezmeğe başlamış, her yerdeki insanların ahlâkı, âdetleri, düşünüşleri hakkında geniş bilgi edinmişti. Bir felsefeyi yaymanın çok güç olduğunu biliyordu. Hocası uzun ömründe yalnız kendisini yetişirebilmişti. Kendisi ise henüz kimseyi doğru yola getirememiş, fakat bundan yılgınlık duymamıştı. Elbet bir kişiyi aydınlığa çıkaracağım diye düşünüyor, çevresini dolaşarak öğütler veriyordu.

Kara Kağan’la birlikte yüz bin kadar Türk tutsak olarak Çin’e gelince bu bedbaht insanlar üzerinde bir defa deneme yapmak, düşüncelerini onlara açmak istedi. İlk önce Kara Kağan’a telkin yapmak istedi. Fakat o yanına kimseyi kabul etmiyordu. Bu işi başaramayınca kağandan sonra en ileri gelen Türkler’e yani Işbara Han’a, Kür Şad’a, Uluğ Tarkan’a başvurdu. Işbara Han kendisini uzun uzun dinledikten sonra bu düşüncelerin Türkler’e uygun gelmiyeceğini, Uluğ Tarkan ise Kara Kağan’ın kabul etmediği bir şeyi kabul edemiyeceğini bildirdi. Kür Şad’a gelince o, çok sert ve kesin bir durumla bir Çinlinin düşünceleri ne olursa olsun benimsemiyeceğini bildirerek işin içinden çıkmıştı. Böyle olduğu halde Şen-ma bezmemişti. Bu sefer Türkler’in halk tabakası içinde ders verecek kişi aramağa başlamıştı. Fakat tutsak oldukları halde gözleri yukarda olan Türkler’e söz anlatmak pek güçtü. Bir gün genç bir Türk’e felsefeden ve bilimden bahsedip felsefenin insan ruhunu güçlendirdiğini anlatırken Türk onun sözünü keserek : “Bu felsefeyi bir ata yedirsem beni Ötüken’e bir günde ulaştırır mı?” diye sormuş, felsefenin yenecek bir nesne olmadığını söyleyince de kendisine sert sert bakıp yanından uzaklaşmıştı. Şen-ma yine bıkmamış, tekrar beğlere başvurmağa başlayarak bu sefer Böğü Alp’ı yakalamış, ona ders vermeğe kalkmıştı. Bögü Alp kendisiyle, kısa bir tartışma yapmış sonra ona : “Bu felsefe dediğin nesne yarın ne olacağını bildirir mi?” diye sormuş, hayır cevabını alınca: “ Neye yarar? Kıraç Ata felsefenin ne olduğunu bilmiyordu ama yarın neler olacağını bana diyivermişti” diye filozofun önüne dikilmiş, yarını kimsenin bilemiyeceği hakkında Şen-ma’nın yaptığı bütün direnmelere rağmen: “Sana inanmam Çinli! Ben Kıraç Ata’nın sözünü kulağımla işitip dediklerinin doğru çıktığını gözümle gördüm” diye kestirip atmıştı.

Şen-ma yine usanmamıştı. Yine Türkler’in arasında dolaşmış, bu sefer de Yamtar’a çatmıştı. Çinli filozof barbarlıktan hoşlanmazdı. Fakat kendi felsefesini anlamak bakımından Türkler’i Çinliler’den daha kabiliyetli buluyordu. Bunlar içi, dışı bir olan doğru özlü, doğru sözlü kimselerdi. Gerçeği bulmak, felsefeyi kavramak için ilk şart doğru olmaktır diye düşünüyordu. İri gövdeli Yamtar karnı doymadığı için felsefe yolu ile açlığın tokluğa çevrileceğini umduğu için bu işe giriştiğini saklamamıştı. Şen-ma açlığın da, tokluğunda bizim birer kuruntumuz olduğunu ona anlatmağa çalışacak, böylelikle Yamtar’ı kazanacaktı. Yamtar’ın iri, yarı, güçlü kuvvetli olması da iyi idi. Çünkü iyi bir filozof olursa dağ, taş gezip düşüncelerini yayarken yorulmaz, yorgunluklara, güçlüklere katlabilirdi.

Yamtar’da bir değişiklik olduğunu Gök Börü de anlıyordu. Şimdi Gök Börü’ye verilen yemek daha çoktu. Bunun niçin böyle olduğunu düşünmüş, bir gün durup dururken:

- “Yamtar! Bizim azığımız mı çoğaldı” diye sorup hayır cevabını alınca : “Öyleyse sen az yemek yiyorsun” diye kesin bir sonuç çıkarmıştı. Doğru idi. Az yemek yiyor, kendi üleşinin yarısını Gök Börü ile çocuklara veriyordu. Yamtar, Gök Türk beği oludğu için yalan söyliyemezdi.
- Evet, dedi. Yiyeceğimin yarısını üçünüze üleştiriyorum. Gök Börü buna karşı koydu:
- Olmaz! Sonra açlıktan ölürsün.
- Ben acıkmam.
- Acıkmaz mısın?

Gök Börü bu sözleri büyük bir şaşkınlıkla söylemişti. Çünkü Yamtar diyince akla ilk gelen düşünce acıkmak, doymamak, çok yemek oluyordu. Bütün dirliğinde hemen hemen her gününü yarı aç geçirmiş olan Yamtar’ın şimdi “Ben acıkmam” demesi elbette şaşılacak işti. Arkadaşının sorusuna yine acıkmam diye cevap verince Gök Börü’nün içine kuşku düştü. Bir adım atarak Yamtar’ı tuttu. Elini onun omuzundan koluna doğru iterek:

- “Acıkmaz mısın? Yoksa sen Yamtar değil misin?” diye sordu.
- Yamtar’ım
- Yamtar olursun da acıkmaz olur musun?
- Acıkmam.
- Nasıl olur be?
- Ben artık filozof oldum.

Gök Börü kendi büyük derdi ve yarına ait düşünceleri arasında Çinli Şen-ma ile olan konuşmayı, hatta Şen-ma’nın kendisini bile unutmuştu. Az yemek yiyen andası acıkmadığını, çünkü filozof olduğunu söyleyince bunu bir hasatalık sandı:

- Sayrı mısın? Neren ağrıyor?

Yamtar da bu sayrılığın nerden kondurulduğunu anlamıştı:

- Bir yerimin ağrıdığı yok.
- Yok mu? Olduğunu söylediğin o zırıltı, bir çeşit sayrılık değil mi?
- Filozofluk mu?
- Evet.
- Ha!... O sayrılık değil.
- Ya nedir?
- O mu? O büyük bir iş.

Gök Börü bir şey anlamıyarak sordu:

- Yamtar! Sende bir başkalık seziyorum. Şu filozofluk mudur, nedir her ne ise bana anlat da bileyim
- Filozofluk derin düşünmektir. Her kişinin bilemediği bilgileri bilmektir.
- Filozof olan kişi acıkmaz mı?
- Acıkmaz.
- Neden?
- Neden mi? Çünkü toklukla açlığın farkı yoktur.
- Ne?
- Öyle değil. Yanlış söyledim. Çünkü açlık kişinin kendi kuruntusudur.
- Kuruntu mu?
- Evet! Kişi kendisini çok aç sanır. Çok yer. Halbuki az yese de olur.
- Sonra?
- Sevinmek, yerinmek boşunadır.
- Ya!... Neden?
- Çünkü yeryüzünde ne sevinecek ne de yerinecek olay yoktur.
- Yoksa neden kimine sevinip kimine yeriniyoruz?
- Kuruntu...
- Vay canına...

Yamtar övünmeğe başladı:

- Yalnız bu kadar değil, daha neler var, neler!
- Neler var?
- Ölüm yok.
- Ne?
- Ölüm yok.
- Ama herkes ölüyor.
- Onlar ölmüyor.
- Ya ne oluyor?
- Biçim değiştiriyor.

Gök Börü sustu. Uzun zaman düşündü. Her zamanki öfkeli sesine hiç benzemiyen yumuşak bir sesle:

- “Anlamıyorum. Bu filozofluk kişinin başından usunu alan bilmedik bir sayrılık olacak” dedi.

Sonra, filozofluğu anlatamadığı için sıkılan Yamtar’a acıyarak sözünü bitirdi:

- Anda! Utacıya git.