S.53

Yamtar, verilen kararı, ertesi gece Gök Börü’ye bildirdiği zaman Gök Börü bağdaş kurmuş olduğu yerden fırlıyarak andasının boynuna sarılmış, onu öpmüştü. O gece Yamtar’ın kılavuzluğu ile Gök Börü ve yedi öğrendi Kür Şad’ın katına giderek and içmişlerdi. Şimdi ihtilâlciler on sekiz kişiydi. Pusat talimlerine hız vermişlerdi. Herkes eksiğini, gediğini kapatmağa çalışıyordu. Yamtar’la Yumru ertesi gün Kür Şad’ın buyruğuyla dağa çıkarak bütün gün iri ve ağır kaya parçalarını alıp hızla başka kayalara çarpmak idmanını yapmışlardı.

İkinci günün akşamı kırk bir kişi olmuşlardı. Bögü Alp bu sayıyı Kür Şad’dan öğrenince ürperdi. Yine Kıraç Ata’nın sözlerini hatırlamıştı:

- Bir ulu şehirde toplanmış kırk er görüyorum... Aralarında sen de varsın.

O gece Yamtar eve çok geç döndü. Gök Börü’nün karanlık odasından hafif bir ses geliyordu. Yamtar, pencereden giren ay ışığının biraz aydınlattığı odaya sessizce yaklaşıp baktı: Andası yüzünü doğuya döndürmüş, ellerini göğe kaldırmış oldupu halde yavaş yavaş yakarıyordu:

- Türk Tanrısı! Türk Yersuları! Umay! Yarın için bana güç verin! Öcüm yağıda kalmasın! Budun tutsak olmasın. Türk Tanrısı! Eşimi alıp on iki yıldır gönlümü kara kıldın. Gözlerimi alıp on yıldır dünyamı karanlığa saldın. Yüksünmedim. Yarın için bana ululuğunu saç. Savaş bitinceye kadar gözlerimi aç! Kana kana vuruşayım. Doya doya kırışayım. Can gövdeme yük oldu. Bir umudum sende kaldı. Sonsuz karanlığımı aydınlat! Sönmez ışığından bir damlasını yoluma fırlat! Ocağımı söndür de budunu yaşat! ... Türk Tanrısı! Can senin olsun, gözlerimi ver! Yıllarca neler çektim, kimse bilmedi. Gözlerim ışık aradı, ama bulamadı. Gözsüz at koşturdum, gönül tat almadı. Her şeyden vazgeçtim. Yalnız bir savaşlık ışık ver. Türk Tanrısı! Göğün rengini, güneşin parlaklığını, gecelerin süsü olan yıldızları, yeşil ağaçları, hattâ arkadaşlarımı, yakınlarımı, oğlumu bile gösterme. Yalnız ben dövüşüp ölünceye kadar yağıyı göster. Sadağımdaki ok, kolumdaki güç, damarımdaki kan tükeninceye kadar yağıyı göster...

Yamtar sanki soluk almadan dinliyordu. Andasının hafif sesinde gönülleri dağlıyan ezgiler vardı. İşte yarın akşam olan olacak, iş başarılsa bile bir çokları ölecekti. Gök Börü ölmeği kafasına iyice yerleştirmişti. Yalnız ölmeden önce yağıyı görerek dövüşmek, onlardan gözlerinin öcünü alarak vuruşmak için Tanrıya yalvarıp yakarıyordu. Yamtar’la Gök Börü beş altı adım aralıkla yüz yüze duruyorlardı. Birisinin geldiğini daha uzaktan bile sezmeğe alışmış olan Gök Börü bu gece yanı başına kadar gelen Yamtar’ı duymamıştı. Kendinden uzaklaşmış, başka bir dünyaya dalmış gibi baş yukarıda, eller açılmış, söylenip duruyordu.

Yamtar da kendinden geçmiş gibi idi. Andasının bu gizli yakarışına gizlice geldiği için utanç duyduğundan ilk önce ne yapacağını bilememiş, fakat sonra kendisini yakarışa kaptırdığından gözünün önünden bir çok eski şeyler hızla gelip geçmişti. Yarın belki kendisi de, sevdikleri de, kendisini sevdiklerine bağlıyan hâtıralar da ayrılıp parçalanacak, hiçbir şey kalmıyacaktı. Yamtar, Çinli filozof Şen-ma’nın kendisine asla veremediği felsefi bir düşünüşle “Ölümün güç tarafı galiba bu olacak” diye düşündü: sonra birdenbire Gök Börü’nün:

- “Ulu Tanrı! Ululuğuna son yok. İşte artık görüyorum” diyen sesiyle ayılarak gözlerini ona dikti.

Hayret!... Gök Börü’nün çıkmış, oyulmuş gözlerinden aşağı yaşlar iniyordu. On yıldır kuruyan bu pınarlar yine canlanmış mı idi? Yamtar hayretle, utançla, biraz da koru ile andasına bakıyor, onun kendisini de görerek seslenmesini bekliyordu. Fakat o, gözleri Yamtar’a çevrik olduğu halde bir şey söylemiyor, yakarışına devam ediyordu:

- Türk Tanrısı!... Kuruyan gözlerime yaş verdin. Yağıyı görüyorum. Yeryüzünde bir gececik daha senin konuğunum. Verdiğin ışığı alma! Gözlerimin yaşını silme! Beni kendimden utandırma! Budunu yerindirme! Yağıyı sevindirme!...

Işık Gök Börü’nün gözlerine değil, gönlüne inmişti. Yağıyı onunla görüyordu. Sevdiklerini, yakınlarını, kendisini hiç görmüyordu. Görseydi on yıllık çilenin ağartıp genç yaşta apak yaptığı saçları kendisini ürkütebilir, yüzünün acıdan kırışmış çizgilerini büsbütün çoğaltırdı.

Gök Börü sevinçle ağlıyarak hâlâ yakarıyordu. Yaşlar şaşılacak bir gürlükle yanaklarından iniyordu. Fakat Tanrı’ya yakaran ve gözlerinden yaşlar sızan yalnız o değildi. Saf yüzü ve iri gövdesiyle, Gök Börü’nün görmediği koca Yamtar ve biraz geride çocuk yüzlü, hınçlı bakışlarıyla Yamtar’ın görmediği Sungur da eller açık yakarıyor ve sessiz sessiz ağlıyorlardı.