Ötüken’in en güzel kızı olan Almıla bir çok gönülleri kendisine bağlamıştı. Hele Onbaşı Pars’la birlikte Çinlilerle çarpışarak bir Çinliyi öldürdüğü duyulalıdan beri ünü artmış, gönülleri çoğalmıştı. Artık tümenbaşı olan Şen-king de gönlünü ona kaptıranlar arasında idi. İ-çing Katun’a dayanarak Ötüken’de borusunu öttüren bu Çinliyi Türklerden kimse sevmediği halde kağan, anlaşılmaz bir direnme ile onu tutmakta devam ediyordu. Şen-king, Almıla ile evlenmeği aklına koymuştu. Işbara Alp’ın Ötüken’de çok sevildiğini, hatta uzaktan kağan ailesine mensup olduğunu öğrenmiş, Almıla’ya karşı duyduğu sevgi artmıştı. Fakat Ötüken’deki işler Çin’de olduğu gibi yürümüyordu. Almıla soylu bir aileden olmasa bile onu evlenmek için razı etmek gerekiyordu. Kaldı ki hem Binbaşı Işbara Alp’ın kızı kolay kolay erkek beğenmiyecek olan yiğit bir kızdı. Şen-king’in yanında, Çin’den getirdiği üç subaydan ancak bir tanesi kalmıştı. Şen-king kendisini Türklere ısındırmak için yanına bir iki Türk subayı almak istemiş ise de, başaramamıştı. Bütün bu işler Almıla’nın gözüne girmek için yapılıyordu. Fakat Almıla’nın gülmez yüzü Şen-king’e bakmıyor, yalnız Onbaşı Pars’ı gördüğü zaman biraz gülümsüyordu. Şen-king gönlünü öyle kaptırmıştı ki neredeyse kendinden geçecekti.
Sonunda bu işin kendisini bitireceğini anlıyarak kızkardeşi İ-çing Katuna başvurup yol göstermesini diledi. İ-çing Katun her şeyden önce bu evlenmeden kendi ailesine bir fayda gelir mi, ailesi yine Çin’de kağanlık tahtına çıkar mı diye düşündü. Şen-king, Almıla ile evlenirse Işbara Alp’ın da yardımını elde edecekleri muhakkaktı. İ-çing Katun Türk göreneğince Şen-king’in üç gece üst üste Almıla’nın çadırına girerek onunla konuşmasını, kendisiyle evlenmeğe kandırmasını öğütledi. Şen-king böyle bir Türk göreneği olduğunu bilmiyordu.
- “Çadırına girersem bana bir şey demezler mi?” diye sordu.
- Demezler. Zaten geç vakit gireceksin.
- Almıla beni istemiyor. Çadırına alır mı?
- Türk göreneği böyledir. Kız seni istemese de bir şey demez. Sen tatlı dille kızın gönlünü kazanmağa çalışacaksın.
- Ya kazanamazsam?
- Üç gece üst üste gidip kazanmağa uğraşırsın. Kazanamazsan artık dördüncü gece gidemezsin.
- Bu Türkler çok tuhaf!
- Şunu da sakın unutma: Geceleyin karanlıkta çok ciddi olacaksın. Sakın albıza uyup taşkınlık etmeğe kalkma, öldürürler.
Şen-king’in benzi attı. Türklerin işine bir türlü akıl erdiremiyordu.
Böyle olduğu halde o gece korkarak, yüreği çarparak Almıla’nın çadırına girdi. Anası ve kardeşleriyle birlikte Almıla’nın yattığı çadıra girmek Şen-king’in sinirlerini bozmuştu. Karanlıkta Almıla’nın nerede olduğunu göremiyor, zangır zangır titriyordu. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra Almıla’yı seçti. Kalın bir keçenin üzerinde yatıyordu. Baş ucunda bir bıçak vardı. Bu bıçak Şen-king’in subayını öldüren bıçaktı. Onu görünce Şen-king’in bacakları titremeğe başladı. Dikkatle Almıla’nın yüzüne bakınca onun da uyanmış olup kendisine bakmakta olduğunu gördü. Yavaşça “Almıla” diyebildi. Almıla yerinden kalkmadan “Ne istiyorsun” diye sordu. Şen-king heyecanla Almıla’nın yanına diz çökmüştü. Gözleri karanlığa büsbütün alışmış olduğu için onun ışıl ışıl gözlerini görüyor, ne diyeceğini şaşırıyordu. Çadırdakilerin hepsi uyanıp durumu gördükten sonra yeniden gözlerini kapamışlardı.
Şen-king tan atıncaya kadar Almıla’ya yalvardı. Fakat yumuşamak bilmiyordu. Kendisi için bir tehlike olmadığını gördükten sonra Şen-king’e biraz güven gelmiş olduğu halde Almıla’nın gözleri kendisine baktıkça şaşıyor, yeniden titremeğe başlıyordu. İ-çing Katun, güzel sözler söyliyerek kızın gönlünü almasını söylemişti. Halbuki o ne söyliyeceğini bilmiyor, yalnız yalvarıyor, yalvarıyor, sonra ağlıyor, fakat yanındaki kız bir dünya güzeli olduğu için Şen-king bundan da büyük bir bahtıyarlık duyuyordu.
Almıla hep yatıyordu. Çin beği yalvardıkça “Sende gönlüm yok” diye kestirip atıyor, “Seni almak için ne yapayım” diye sordukça Boşuna uğraşma” diye cevap veriyordu. Şen-king’in gönlü umutsuzlukla dolmuştu: Almıla’nın kendisinden tiksindiğini anlamıştı. Katunun kardeşi, bir Çin tigini ve Türk ordusunda tümanbaşı olduğu halde bu kız kendisini istemiyordu. Fakat Türk göreneğine uyarak onu çadırından kovmuyor, onunla konuşuyordu.
Sabah oluyordu. Oratalık ağarmağa başlamıştı. Şimdi Almıla’yı daha iyi görebiliyordu. Hey ulu Tanrı! Bu ne güzellik, ne göz kamaştırıcı yakışıklılıktı! İnsan onun gözlerine bakamıyor, yanında bulunmaktan heyecana düşerek titriyordu! Şen-king ona baktıkça eriyeceğini sanıyordu. Beynine gelen bir şüpheyi açığa vurmaktan kendisi alıkoyamadı:
- Yoksa başka birinde gönlün mü var?
Almıla bu soruya cevap vermiyerek sert sert baktı. Çin beğinin yüreği titremişti. Kendisini toplıyarak ilave etti:
- Söyle de her kimse onun hakkından geleyim!
Şen-king bu sözleri ta gönlünden duyarak, içinden gelerek söylüyordu. Almıla yine başını çevirerek baktı. Fakat bu sefer keskin değil, gülümsiyerek bakıyordu. Bu gülümseyiş Şen-king’i bitirdi. Ağlamaklı oldu. Ne söyliyeceğini şaşırdı. Almıla’nın gülümseyişi geçmişti. Fakat gözlerinin içinde hâlâ bir gülümseme var gibiydi. Yavaşça: “Tanyer ağardı” dedi. Şen-king anlamıştı. Bitkin bir halde çadırdan çıktı.
Bundan sonra üst üstte iki gece daha Almıla’nın çadırına girdi. Fakat gönlünü edemedi. Büyük bir umutsuzluk içinde İ-çing Katun’a giderek olanı biteni anlatıp ondan yardım istedi. Şen-king derin bir aşka tutulduğunu anlıyor, gözü Almıla’dan başka bir şey görmüyordu. Onun uğrunda her şeye katlanabilecekti. Tümenbaşılıktan, günün birinde Çin kağanı olmak hülyasından vazgeçecekti. Ama Almıla’dan dünya yıkılsa vazgeçemeyeceğini İ-çing Katun’a anlatıyordu. Katun ise bu işi başka bakımdan görüyordu. Ona göre, kendi kardeşinin Almıla ile evlenmesi kurduğu planların gerçekleşmesine yardım edecekti. Çünkü Işbara Alp ile akraba olacaklar, kağan soyundan olan Işbara Alp’ın bahadırlığından, nüfuzundan faydalanacaklardı.
İ-çing Katun kendi nüfuzunu kullanmağa karar verdi: Bir gün bir ulak Işbara Alp’ın çadırına gelerek Katun’un Almıla’yı kendi katına çağırdığını bildirdi. Almıla niçin çağrıldığını aşağı yukarı anlamıştı. Katun’un otağına gidip yere diz vurduğu zaman İ-çing Katun onu gülerek karşıladı. Fakat isteğe girmeden önce bir çok sorular sordu. Sonra Almıla’nın güzelliğini övdükten sonra birdenbire ciddileşerek kendisini, kardeşi Şen-king’e almak istediğini söyledi. Güzel Almıla hiç tereddütsüz: “Ben onu istemiyorum” diye cevap verdi. Bu sert cevap üzerine Katun biraz duraksadı:
- “Katunun kardeşi olan bir beğ, bir tümenbaşı reddolunur mu?” diye sordu.
Katun kendi mevkiinin ağırlığı ile Almıla’yı alt edeceğini sanıyordu. Halbuki o:
- “Ben de Işbara Alp’ın kızıyım” diye cevap verdi.
İ-çing Katun’un kaşları çatıldı. Kardeşinin maiyetindeki Çinli subaylardan birini öldüren bu kıza bir ders vermek gerekiyordu:
- “Ben sana buyruk veriyorum. Şen-king ile evleneceksin” dedi.
Almıla yere diz vurdu:
- Buyruk senindir. Ama benim de şartım var. Ben, benden oğlak kapan, yarışta beni geçen erle evleneceğim. Türk Türesine göre bir kız böyle bir şart koşabilir.
İ-çing Katun öfke ile baktı. Işbara Alp’ın kızı kendisine akıl öğretiyordu. Ortaya Tür Türesini atmakla kendini kıskıvrak bağladığını anlamıştı. Katun türeye aykırı söz söyliyemez, buyruk veremezdi. Fakat ne de olsa katunluk gücü örselenmişti. Çuluk Kağan’ı ağulayıp öldüren, Kara Kağan üzerinde bu kadar sözü olan kendisine karşı şu genç kızın kafa tutması onu öfkelendiriyordu. Neylesin ki yapacak başka bir şey de yoktu:
-“Peki! At yarıştırıp oğlak kapışırsınız” diye sözünü bitirdi.
İ-çing Katun, oğlak kapmacada Şen-king’in Türklerle boy ölçüşemiyeceğini biliyordu. Bu oyunda bir erkeğin, kendisini istemiyen kızın elinden oğlağı kapmasının çok güç olduğunu da biliyordu. Çünkü kız istemediği erkeğin yüzüne kırbaçla vurabilirdi. Almıla gibi güçlü ve bahadır bir kızı bu yarışta, daha doğrusu vuruşta elde etmek her ere nasip olur işlerden değildi. Katun bunu önlemek için Ötüken’de korkunç bir söylenti yayıyordu: Almıla Şen-king’le evlenecek, başka birisi oğlağı kaparsa katun tarafından öldürülecek diye… Bu söylentiyi en çok Çinliler yayıyor, gizli gizli herkese fısıldıyor, Almıla’nın da gönlü olanlar her şeyi işitmişlerdi. Gözleri yılmak şöyle dursun, Şen-king’in adını işitince kan beyinlerine sıçramıştı. Onbaşı Pars’tan başkası bunun yalan olduğunu bilmiyordu. Yalnız Pars, Işbara Alp’ın buyruğu ile onun otağına bakmağa memur olduğundan olup biteni öğrenmiş, Şen-king’e olan yağılığı artmıştı.
Oğlak kapma günü Ötüken için sayılı bir gün olmuştu. Almıla ile evlenmek istiyenler yüz kişiden çoktular. Bir kızı isteyenlerin bu kadar kalabalık olduğu şimdiye dek görülmemişti. Almıla’yı almak istiyenlerin çoğu yüzbaşı ve onbaşılardı. İçlerinde en büyük rütbelisi tümenbaşı Şen-king’di. Fakat o da bu kadar Türk atlısı arasında ne yapacağını şaşırmış, heyecandan benzi sararmıştı. Yalnız rütbesine ve katunun kardeşi olmasına güveniyordu. Fakat İ-çing Katun’un ortaya attığı korkunç söylentiye rağmen bunca yiğidin Almıla’yı istemekten çekinmeyişi onun umutlarını kırmıştı.
Atlılar saf halinde alana dizildiler. Diziliş rütbe sırasına göre olduğundan Şen-king en başta bulunuyordu. Yanında iki binbaşı vardı. Sonra yüzbaşılarla onbaşılar geliyordu. Onbaşı Pars sonlara doğru idi. Şen-king’in atı kağan ahırından çıkmış iyi bir at olduğu için Almıla’ya çabuk yetişeceğini umuyordu. Fakat mesele oğlağı onun elinden almakta idi. Şen-king bu işe girişirken karşısındakini bir kız olarak görüyor, kız diyince de aklına çelimsiz ve nazik Çin kızları geliyordu. Türk kızlarının, hele Almıla gibi boylu boslu, güçlü kuvvetli ve yılmaz bir kızın elinden oğlak kapmak, hele bunu Almıla istemediği halde yapmak… Bunları düşündükçe Şen-king’in içine baygınlık geliyordu. Alanda çıt çıkmıyordu. Şen-king’e öyle geliyordu ki bu sessizliği bozan şey yalnız kendi yüreğinin çarpıntısıdır.
Biraz sonra güzel Almıla gözüktü. Kır bir ata binmiş kucağına kesilmiş bir oğlak almış olduğu halde alana doğru at sürüyordu. Bütün bakışlar ona çevrildi. Bu bakışlarda anlatılmaz acayip bir sertlik, korkunç bir anlam vardı. Almıla’yı sevenlerin bakışlarındaki bu sertlik ona değil, onu haksızlıkla kendilerinden koparmak istiyen değersiz Şen-king’e ve Şen-king ablası, yani İ-çing Katuna’a karşı idi.
Almıla, atlıların önünden geçerek bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, kendisini bekliyenlere dikkatle bakıyordu. Şen-king’den başka herkes bırakmış, dünya güzeline bakarken Çinli beğ dizginleri sıkı kavramış olduğu halde tetikte duruyordu. Almıla, atlıların önünden, onlarla yirmi otuz adım aralığı olarak yeniden geçiyordu. Onbaşı Pars’ın önünden geçerken gözlerinin içinden gülümsemesi, bu gülümsemeyi görenlerin içini sızlatıp yakmıştı. Onlar Onbaşı Pars’ın beğenildiğini, istendiğini anlamışlardı. Fakat sonuna kadar çekişmekten caymıyacaklardı.
Bu aralık kimsenin beklemediği bir şey oldu: Almıla at sürerek dizinin başına geldiği zaman bir davul gümledi ve tetikte duran Şen-king’in, Almıla’ya doğru hızla at koşturduğu görüldü. Davul vakitsiz gümlemişti. Almıla, atlıların önünden dokuz defa geçmeden ve kaçmağa başlamadan önce davul vuramaz, atlılar onu kovalıyamazdı. Almıla’nın Şen-king’e yakın olduğu bir anda davulun gümlemesinde bir düzenbazlık olduğu muhakkaktı. Nitekim davula bakanlar, onun başında kağanın at uşaklarından bir Çinlinin bulunduğunu görmüşler, bu işin içinde katun tarafından hazırlanmış bir kurnazlık olduğunu anlamışlardı.
Almıla da şaşıranlar arasında idi. Fakat Şen-king’in kendisine doğru hızla yaklaştığını görünce atını yüz geri ettirip dört nala kaçmağa başladı. Artık düzen, türe, yasa kalmamıştı. Göz göre göre Almıla’yı Çinli’ye kaptıracak değillerdi ya… Hepsi birden atlarını mahmuzlayarak fırladılar. Koca alanı bir at takırtısıdır kapladı. Bütün atlılar birden aynı hedefe doğru koştukları için biraz sonra sıkışıp daraldılar. Bunun önüne geçmek için bazıları öteki atlıların dışından büyük bir kavis çizmeğe başladılar. Onbaşı Pars ise önündeki atlıları sürüp yararak doğru Almıla’ya koşuyordu.
Almıla, kucağındaki oğlaklahızını alamamış olduğu için önceleri çok hızlı gidemedi. En iyi ata binip herkesten önce fırlamış olan Şen-king ise ona epey yaklaştı. Almıla ile aralarında sekiz on adımlık bir açıklık kalmıştı. Bu da yavaş yavaş kapanıyordu. Almıla ardına baktı: Çinli beğ kendisine yaklaşırken ötekiler de ona yaklaşıyorlardı. Gözleriyle arkasını bir süzdü: Onbaşı Pars’ı görmüştü. Göz göze geldikleri zaman sanki ikisinin gözlerinden birer gizli ışık çıktı ve bu ışıklar ok gibi giderek ötekinin yüreğine yerleşti.
Almıla telâş etmiyordu. Şen-king yetişmiş, sağ gerisinden kendisiyle aynı hizaya girmeğe çalışıyordu. Sonunda bu işi başardı. Şimdi sıra oğlağı kapmağa gelmişti. Geridekilerin en önde olanları ise daha onlardan on beş adım kadar uzakta idiler. Onbaşı Pars, gözlerini keskin bakışlarla ikisine dikmiş, ha bire at koşturuyordu. Nihayet heyecanlı an geldi: Şen-king oğlağı kapmak için Almıla’nın atına doğru eğildi. Fakat eğilmesiyle geriye çekilip kendi atına kapanması bir oldu. Almıla kırbacıyla onun yüzüne sert bir vuruş vurmuş, neye uğradığını bilmiyen Şen-king de can acısıyla atının yelesine kapanmıştı. Bununla Almıla’yı kaybetmiş oluyordu. Çünkü hiç idare edemediği atı onu yarış alanından dışarı çıkarmış, meydanı öbürlerine bırakmıştı.
Binbaşı Ay Beğle, Onbaşı Pars, Almıla’ya çok yakındılar. Ay Beğ Almıla ile Pasr’ın arasında bulunuyor, Pars’ı yanaştırmamağa çalışıyordu. Diğer bütün atlılar sağa, sola geçerek Almıla’nın önüne çıkmağa çalışıyorlardı. Çok çevik olan Ay Bağ, Almıla’ya yaklaşarak oğlağa el attı. Şimdi ikisi yan yana koşuyorlar, oğlağı çekiştiriyorlardı. Ay Beğ, yavaş yavaş oğlağı alır gibi oluyordu. Fakat Almıla bırakmadı. Kırbacıyla onun eline vurmağa başladı. Birinci vuruşta oğlak Almıla’nın elinden kağılmaktan kurtuldu. İkinci vuruşta Ay Beğ’in eli kan içinde kalarak baskısını gevşetti. Üçüncü, dördüncü vuruşlardan sonra oğlağı bıraktı. Pars bir iki adım geride ve yine Ay Beğ’in solunda idi. Almıla çevresini çabuk bir bakışla süzdükten sonra birdenbire atını şahlandırarak geri dönüp dört nala sürdü. Bütün atlılar da aynı şeyi yaptılar. Şimdi geldikleri yere doğru bir koşu başlamıştı. Almıla’nın biraz sağ gerisinden Ay Beğ gidiyor, Pars da onu sağ gerisinden kovalıyordu. Almıla’nın solundakiler biraz daha geride kalmışlardı. Bu yüzden Almıla atını sola doğru çarkettiriyordu. Onbaşı Pars artık öfkelenmeğe başlamıştı. Kaşları çatıktı. Çünkü tehlikeli kararını vermişti. Bunun için emektar atına güveniyordu. Atını delice mahmuzlıyarak son hızını verdi ve Ay Beğ’in atına yaklaşırken onu birdenbire sıçrattı. Bu yaman bir sıçrayıştı. At inanılmaz bir şekilde hoplıyarak Ay Beğ’in üzerinden aştı ve Almıla’nın yanına düşerek koşuya devam etti. Şimdi Almıla ile yan yana gidiyorlardı. Pars oğlağa el attı. Almıla hiç aldırmıyor, yalnız atını daha çok hızlandırıyordu. Biraz sonra oğlak Onbaşı Pars’ın kucağında idi. Koşuya başladıkları yere kadar yan yana geldiler. Bütün atlılar artlarında idi. Yalnız Şen-king ortadan kaybolmuştu.
Almıla ile bütün atlılar atlarından indiler. Pars, Almıla’yı iki omzundan tutarak kendine doğru çekti. Yanaklarından öperek:
- “Nişanımız kutlu olsun, Işbara Alp’ın kızı” dedi.
Binbaşı Ay Beğ gülümsüyordu. Kanıyan elini göstererek:
- “Almıla! Beni elsiz koyacaktın” dedi.
Şakacı bir yüzbaşı söze karıştı:
- Almıla’yı alamadığım için yerinsem bile, onun kamçısını yemediğim için sevinirim. Onbaşı Pars’ın çekeceği var!
Sonra hepsi birden Almıla’nın, Onbaşı Pars’ın şerefine haykırdılar, uğur ve kut dilediler.