S.42

Bir ulak, dal uykuya yatmış olan Kür Şad’ı uyandırarak kağanın kendisini beklemekte olduğunu söylediği zaman güneş doğmuştu. Fakat bütün orduda bir uyku halsizliği ve sessizliği vardı. Işbara Han ve Börü Tarkan çerilerinin bir gün önce getirdikleri azık bütün orduya üleştirilmiş, bu sabaha bir lokma yiyecek kalmamıştı.

Kür Şad otağa girince Bögü Alp’la Şen-king’in gelmiş olduğunu gördü. İşe yaramaz kalp Şen-king ‘i kağan otağında , Türk kağanlığının en özlü işlerinden konuşacak kimseler arasında görünce birdenbire tasarladı. Bunu uğursuzluk saydı.

Kara Kağan, Çin elçisine verilecek cevabı konuşmak için toplantıyı kurmuştu. Kür Şad söz alarak, son savaşı Çinliler kazanmışken, barış yapmanın şerefsizliğini ileri sürdü. Kağanın kendisine vermiş olduğu yetkiye dayanarak Tulu Han ordusuna ve batı kağanına haber salıp yardım gelinceye kadar Çin elçisini oyalamak gerektiğini, bu da kabil olmazsa ellerindeki ordu ile bir savaş daha yapmanın şart olduğunu keskin sözlerle anlattı.

Batı kağanına haber salış kağan üzerinde bir yıldırım etkisi yaptı.

- ‘’Ondan yardım geleceğini umar mısın’’ diye sordu.
- Biz gereğini yapmaktan geri kalmıyalım da ondan sonrasını Tanrı’ ya bırakalım.

Kağan, bu düşünceye karşı koydu:

- Çinliler barış için elçi yolladılar. Demek ki savaşmağa niyetleri yok. Bu yorgun argın durumumuzda, uyuyan yılanın kuyruğuna basmakta ne kazancımız var?
- Şerefimizi kazanacağız .

Otağda derin bir sessizlik oldu. Sonra Kür Şad sözlerini şöyle tamamladı:

- Yarıya indiğimiz yetmiyormuş gibi bir de Çinliler’e yenilmişiz olarak yurda dönersek artık Türk ellerinde adımız, sanımız yok olur.Hiç bir boy bizi tanımaz. Gök Türk kağanlığı kalmaz.

Kağanın, sorucu gözlerle kendisine baktığını gören Böğü Alp da:

- “Kür Şad doğru söylüyor... barış bir çoğumuzun canını kurtarır ama atalardan kalan ünümüzü öldürür’’diyerek Kür Şad’ ı destekledi.

Kara Kağan , Şen –king’e yöneldi:

- ‘’Sen ne düşünüyorsun’’ diye sordu. Eğri özlü, eğri sözlü çinli gülümsedi:
- ‘’Doğruyu sen bilirsin kağan’’ diye cevap verdi.

Bu sırada dışarda bir at koşması, bir şakırtı işitildi. Sert sesle bir şeyler konuşuldu. Sonra otağın kapısındaki nöbetçilerden birinin içeri girerek yere diz vurduğu görüldü:

- Yüce Kağan! Yüzbaşı Yamtar mutlaka seni görmek diliyor.

Kağan bu vakitsiz ziyarette kötü bir haberin saklı olduğunu sezmişti. “Gelsin” diye buyruk verdi. Biraz sonra koca Yamtar otağın içindeydi. Kağan, gök Türkler’in en iri gövdeli adamı olan yüzbaşıyı şöyle bir süzdükten sonra:

- “Yüzbaşı Yamtar! Diyeceğin nedir” diye sordu.

Yamtar’ın cevabı otağın içinde bir şaşkınlık havası estirdi:

- Çin elçisi yanındakilerle kaçtı.

Kür Şad’la Bögü Alp bakıştılar. Kağan yine sordu:

- Nöbetçiler görmedi mi?
- Nöbetçiler ağulanmış!
- Sen bu işin nasıl farkına vardın?
- Çok azıkları olduğunu işitmiştim. Biraz istemek için çadırlarına gittim. Kimse yoktu. Çevrede beş altı atlı Türk erinin yatmakta olduğunu gördüm. Hepsinin yanında türlü Çin yemekleri vardı. Ağuladıklarını anladım. Yiyecekler çok güzel olduğu halde ben de yemedim.

Yamtar sözünü bitirmeden dışarda bir at şakırtısı daha işitildi. Nöbetçiyi dinlemeden içeriye giren Yüzbaşı Yağmur, kağanı selâmladıktan sonra:

- “Çin ordusu güneyden hızla yaklaşıyor” dedi.

Kağan sert bir dikilişle ayağa kalkarak:

- “Tuğlar kalksın, borular savaş borusunu çalsın” buyruğunu verdi.

Yüzbaşı Yağmur otağdan dışarı fırlarken Yüzbaşı Selçik kağanın karşısında yere diz vurdu ve öfkeli bir sesle:

- “ Çinliler doğudan da, batıdan da gerimize doğru sarkıyorlar!” dedi.

Kür Şad’la Bögü Alp bir daha bakıştılar. Binbaşı: “Dün geceki ateşin ne demek olduğu anlaşıldı” diye mırıldandı.

Kağan herkesin kendi yerien geçmesini söyledikten sonra otağdan fırlamıştı. Borular çalıyor, Gök Türkler koşuşarak atlarına atlıyorlardı. Kür Şad’ın yaptığı düzenle ordu savaş durumuna giriyordu. Fakat atlarına binecek zamanı ancak bulabilmişlerdi. Çin elçisinin gece ateşle verdiği işaret üzerine Çin ordusu hızla yğrğyerek kağanı sarmış, Çin elçisi Türk ordusunda bulunduğu için bir saldırışa ihtimal vermiyen kağanı gafil avlamıştı.

Kür Şad, Gök Türk ordusunun en sağlam ve yıpranmamış erleri olan Işbara Han ve Börü Tarkan çerisini kendi buyruğuna alarak güneyden gelen Çinliler’e saldırırken Bögü Alp da kendi bini ile geriden gelen Çin tümenine at tepti. Kuşatılmış oldukların için manevra yapacak zamanları yoktu. Çek geçmeden iki ordu göğüs göğüse geldi. Şimdi yalnız kılıçlarla kargılar işliyordu.

Yağı, kağanın üç tuğuna doğru saldırıyor, onu tutsak etmek istiyordu. Kağan, çevresindeki at uşaklarıyla birlikte yaklaşan Çinliler’e ok yağdırıyor, Kür Şad ve Bögü Alp göğüs göğüse kılıç savaşı yapıyordu.

İlkönce Çinliler, Gök Türk ordusunu sarmış oldukları halde, başarılı bir iş göremediler. Öğleye kadar böylece boğuşuldu. Fakat öğleden sonra, Türkler büsbütün azalınca durum değişmeğe başladı. Kür Şad’la Bögü Alp yavaş yavaş gerileyip kağanın çevresine yaklaştılar. Yorgunluktan ölü gibiydiler. Zaten çoğu yaralı ve aç olan bu çeriler birer birer attan düşüyorlar, edebi bozkırı kanlarıyla süsliyerek can verip gidiyorlardı. Savaş alanında kılıçlarla kargıların kalkanlara, tulgalara çarparken, er gövdesine girerken çıkardığı sesler korkunç bir ahenk yapıyor, bu ahenge savaş uranları, sövmeler, yaralıların iniltisi de karışıyordu.

Binlerce Türk’le Çinli’nin yattığı alanda şimdi akşam oluyordu. Kılıçlarla bir çok yara alan, yüzü kan içinde kalan Kür Şad çevresine çabuk bir göz attı. Ancak iki üç bin kişi kalmışlardı. Kağan iyice kuşatılmış, kendini korumağa çalışıyordu. Dar bir yere sıkışmışlardı. Çevrelerini sarmış olan Çinliler kum gibi kaynaşıyordu. Kür Şad, kağanı kurtarmak gerektiğini düşündü. Bögü Alp’ı görmek için bakındı. Binbaşı görünürlerde yoktu. Çok düşünecek zaman kalmamıştı. Hızla kağana doğru at sürerek yaklaşırken gözüne Yumru ilişti. Ona “Toplan borusu çal!” buyruğunu verdi. Yumru toplan borusunu çalarken Kür Şad kağanın yanına gelmiş, ona:

- “Kağan! Biz yağıyı oyalarken sen de onları yarıp yurda ulaş. Çinlileri aldatmak için tuğların burada kalsın” diyordu.

Orada gözüne yüzbaşı Selçik’le Yamtar ilişmişti. Onlarla yanlarındaki birkaç çeriye buyruk verdi. Kağanı ortaya alarak Çin çerisini yarmağa, kağana yol açmaya başladılar. Kür Şad uzaktan onlara yardım ediyor, şaşmaz oklarıyla önleirne çıkan Çinlileri deviriyordu. Biraz sonra yardımını kesti. Çünkü yanında kalan birkaç yüz çeriyle Çinlileri tutmağa, oyalamağa mecbur olduğunu biliyordu.

Yumru da kağanın yanında idi. Gök Türkler’in en iri erleri olan Yamtar’la Yumru kılıçlarını yaman vuruşlarla Çinliler’in başına indiriyorlar, vurdukları Çinliler ses çıkarmadan cansız, düşüyorlardı. Yüzbaşı Selçik kargı kullanıyor, kağan da elinde yayı olduğu halde Selçik’e yardım ediyor, Çinlileri birer birer avlıyordu. Üç dört at uşağı kağanın arkasında bulunuyorlar, geriye ok çekerek yağıyı yaklaştırmamağa uğraşıyorlardı.

Güneş batmış, kağanla yanındakiler epey ilerlemişti. Çinliler kendilerini yarmağa uğraşan şu birkaç kişinin arasında kağanın da bulunduğunu bilselerdi başka türlü yaparlardı. Fakat Kür Şad, kağanın üç tuğunu kaldırarak savaştığı için onlar kağanı tutmak umudu ile asıl oraya saldırıyorlar, çeri harcamaktan çekinmiyorlardı.

Ortalık biraz daha karardı. Yumru ve at uşaklarından ikisi yaralanıp düştü. Kağanın oku bitmiş, kılıcı kırılmış, kargısı bir Çinli’nin göğsünde kalmıştı. Belindeki bıçaktan başka pusatı yoktu. Yamtar kan ter içinde bir Çinli’yi daha hakladıktan sonra Çinliler’in hemen hemen yarılmış olduğunu gördü ve : “Davran Kara Kağan” diye haykırdı. Bu haykırış çevrelerindeki Çinliler arasında bir dalgalanma yaptı. Herhalde içlerinde Türkçe bilenler vardı ki, bir şeyler bağırmağa, daha sert saldırmağa başladılar. Ne söyledikleri anlaşılmıyordu ama Yüzbaşı Selçik “Kieli Han! Kieli Han!” naralarından Çinlilerin, kağanın burada bulunduğunu sezdikten anladı. Çünkü şu it suratlı Çinliler, Kara Kağan demeğe dilleri dönmediği için kağana “Kieli Han” derlerdi. Yüzbaşı Selçik, kağanın tehlikede olduğunu görünce onu kurtarmak için başka yol da yoktu. Ah bu kötü yalan ah!... Dedesi yalan söylediği için Tanrının öfkesi uğrayıp ölmüş, babası da bütün dirliğinde bir yol yalan söylediği için Çuluk Kağan’ın buyruğuyla öldürülmüştü. Ne kötü talih ki şimdi de kendisi yalan söyliyecek ve yalan söylediği için Çinliler tarafından öldürecekti. Yüzbaşı Selçik:

- “Evet, Kara Kağan benim! Tanımadınız mı it Çinliler?” diye bağırdı. Sonra atını yüzgeri ettirerek onlara daldı. Çinliler arasında yeniden bir kaynaşma ve haykırışma oldu. Yüzbaşının üzerine hırsla saldırdılar. Selçik, Yağma boyundan olduğu için çok yakışıklı idi. Çinliler bu yüzden kağanlığı ona yakıştırmış olacaklar ki yakalamak için saldırıyorlar, fakat başedemiyorlardı. Çinlilerin bu yanlışından faydalanan kağan, ardında Yüzbaşı Yamtar’la bir at uşağı olduğu halde onları yarmış, kuzeye doğru at sürüyordu. Arkalarına sekiz on Çinli düşmüştü ama kağan olduğunu bilmedikleri için işi sıkı tutmuyorlardı.

Yüzbaşı Selçik bir yandan Çinlilerle vuruşurken bir yandan da haykırıyor, Çinliler sövüyor, onlarla alay ediyordu. Fakat bu alay uzun sürmedi. Önce atı vuruldu. kendisini sağlam olarak ele geçirmek istiyen Çinliler onun yaya kaldığı halde dövüşe devam ettiğini ve sağlam denecek durumda bulunmayıp yaralar içinde kana bulanmış olduğunu görünce ölüsünü tutmak için saldırdılar. Selçik bitkin, kan içinde, gücü kesilmiş olarak toprağa düşerken aklına yurttaki oğlu geldi: ”Dedem, babam ve benim gibi acaba oğlum da yalan söyliyerek mi ölecek” diye düşündü. Bu düşünce Yüzbaşı Selçiğin son düşüncesiydi.

Kara Kağan, Selçiğin kazandırdığı zamanla Çinlileri yararak at sürerken Çinliler durumu kavramışlar, aldandıklarını anlıyarak ardından at koşturmağa başlamışlardı. Kağanın atı bütün Türkeli’nde eşi olmıyan yaman bir eşkin attı. Onunla hiçbir at yarışamazdı. Yamtar koşamıyacağını biliyordu. Sadağında ok kalmamıştı. Yanlarında yarışan at uşağına oku olup olmadığını sordu. Onda da yoktu. O zaman kağana şöyle dedi:

- Kara Kağan! Biz yağıyı biraz daha oyalarken sen yurda ulaş, kağanı sağ oldukça Gök Türkeli yıkılmaz!...

Sonra at uşağına buyruk vererek geri döndü. Artık iyice kararan bozkırda ikisi birden, kendilerini kovalıyan Çinlilerin içine daldılar..