Bozkırdan sanki bir belâ kasırgası esip geçmişti. Kim bilir kaç bin yıldan beri doğup batan güneş, hiçbir zaman ışıklarını böyle acıklı bir görünüşün üzerine serpmemişti. Dünyanın talihi mi değişmişti? Yoksa yeni bir çağ mı başlıyordu?
Savaş alanında on bin Türk cansız yatıyordu. Bunlar Gök Türkeli’nin timsali olan kağan kurtulsun diye ölmüşler, bu uğurda bir o kadar Çinli’yi de tatlı canlarından ayırmışlardı. Acaba kağan kurtulup budunun başına geçebilmiş miydi? Bu tasalı düşünceyi artık bu ölüler düşünemiyordu. Bunu düşünenler, şimdi yaralı olarak Çinliler’e tutsak olan iki üç bin kişiydi.
Sekiz yerinden delik deşik olmuş olan Kür Şad, ateş dolu gözlerle savaş alanına bakıyordu. On bin Türkle on bin Çinlinin kanı bozkırı kızartmıştı. Yalancı Çinlinin tuzağına düşerek yenilmişler, yok olmuşlardı. Kaç yıldır sürüp giden uğursuzluklar yüzünden koca Gök Türk ordusu bitmiş, kala kala şu kan içindeki iki üç bin tutsaktan ibaret kalmıştı. Kür Şad’ın gönlünde sonsuz bir acı, onulmaz bir sızı yanıyordu. Kağan kurtulmuştu. Fakat acaba Gök Türkeli’nin başına geçip devleti de kurtulabilecek miydi? Çinliler kağan soyundan olduğu için Kür Şad’ın atını almamışlardı. Yüksekçe bir yerden savaş arkadaşlarına bakıyordu. Kahraman Bögü Alp, kanlı giyimleriyle, tulgasız kalmış başı ve sapsarı benziyle bir yiğitlik anıtı gibi duruyordu. Beri yanda bir yüzbaşı, yerde dişlerini sıkarak sallanıyor, yeniyle alnından akan kanları siliyordu. Bu yüzbaşının bir bacağı kopmuştu. Dağlanmış sarılmış olmasına rağmen kanı dinmiyor, yağının yanında inlememek için dişini sıkıyor, acıyla başını sallıyor, kişi gücünün üstünde emek sarfederek çırpınıp duruyordu.
Onun yanında somurtkan yüzlü Yüzbaşı Sançar kıpırdamadan ayakta duruyor, bir eliyle göğsüne basıyordu. Eli ve elini bastırdığı yer kan içindeydi.
Kür Şad bakışlarını biraz daha uzağa çevirdi; yanağındaki kılıç yarasından kan sızan Yüzbaşı Yağmur’un her zaman, hatta savaşta bile gülümsiyen gözleri artık gülümsemiyor, bunlu bakışlarla Yamtar’a bakıyordu. Yüzbaşı Yamtar koca gövdesiyle toprağın üstünde yatıyor, yüzünü buruşturuyor, ara sıra yavaşça inliyordu. Alnında ve yanağında derin birer kılıç yarası vardı. Bir kargı sağ kolunu delmiş, bir kılıç da bacağını parçalamıştı. Bunlar o kadar çok bir şey değildi. İlle şu göğsünü delip küreğinden çıkan ok olmasa... Ok, dağ yüzbaşının gövdesine saplı duruyordu.
Yamtar’ın yanında Yüzbaşı Üçoğul bağdaş kurmuş, başını önüne eğmiş, dirseklerini dizlerine dayıyarak başını elleri içine almış, öylece duruyordu. Omuzu kan içindeydi. Çenesinden aşağıya kan sızıyor, bu kana göz yaşları karışıyordu.
Kaftanı parça parça olmuş olan Onbaşı Gök Börü diz çökmüş, eki elini birden sol gözüne bastırmış, belli olmıyan birisine sövüyordu. Gök Börü’nün sol gözü bir okla kör olmuş, avuçlarına kan doluyordu. Paramparça kaftanının altından gövdesi görünüyordu. Görünen her yerinde bir yara, en aşağı bir çizik vardı. Ötüken delisi atından düştükten sonra da dövüşmüş, kılıcı düştükten sonra bıçağına el tamış, bıçak tutan eline kılıç yedikten sonra yumrukla saldırmış, yediği kılıca aldırmamış, kargı dürtüşü ona vız gelmiş, fakat yandan gelen bir ok gözünü çıkarınca dayanamıyarak devrilmişti. Geriye kalan tek gözüyle çevresini görecek hali yoktu. Ne olduğunu bilmiyordu. Gök Türk ordusunun bittiğini, kendisinin tutsak edildiğini de bilmiyordu. Büyük bir acı duyuyor, söverek acısını azaltmağa çalışıyordu.
Biraz daha ilerde, Bögü Alp’ın at uşağı Yumru, ölmüş bir yüzbaşının göğsüne başına dayamış, korkunç gözlerle göğe bakıyor, kesik kesik inliyordu. Onun yanında, yaralara yüzü tanınmaz bir hale gelmiş olan bir çeri, yere uzanmış, yaraları sızladıkça ıslık çalarak başını kaldırıyor, sonra yine sırt üstü yatıyordu.
Kür Şad’ın keskin bakışları yarasız bir er aradı. Yoktu. Hafif yaralılar ağırlara yardım edeceklerdi. Başka hiçbir çare yoktu. On bin ölüyü birer birer tanımağa imkân yoktu ama Şen-king’in ölmediği de muhakkaktı. Acı acı gülümsedi. Her halde bu kırgından sağ ve sağlam olarak kurtulan tek kişi Şen-king’di. Kendileri can pazarında iken o korkak Çinli kim bilir nasıl yolunu bulup sıvışmıştı.
Çevrelerini kargılı, yaylı Çin çerileri çevirmişti. Bunlar tetikte, yaralı Türkleri kolluyorlardı. Daha uzakta asıl büyük Çin ordusu düzene girmeğe çalışıyor, yaralılarını kaldırıyordu.
Kür Şad atından güçlükle indi. Güçlükle yürüyerek Yamtar’a yaklaştı. Hafif yaralı bir eri çağırarak onun yardımıyla Yamtar’ın göğsüne saplı oku güçlükle çıkardı. Soluğu kesilmiş, Yamtar ise bayılmıştı. Ağır yaralıların kimisi ölüyor, kanı dinmiyen bazıları ölüm haline geliyordu. Kür Şad bir iki sağlamca eri çağırarak ölülerin kaftanlarından yırttığı parçaları onlara kavla yaktırıp Yamtar'’n göğsünden çıkan oku kızdırdı. Bununla Yamtar’dan başlıyarak çevresindeki yaralıların yaralarını dağlamağa başladı.
Gün batımına bir kargı boyu kalmıştı. Tutsaklar Çin atlılarının ortasında güneye doğru yürümeğe başladılar. Bekçilik eden Çin çerilerinin sağında, solunda asıl Çin ordusu yığın halinde gidiyordu. Kür Şad’ın dağlamalarıyla birçok yaralı ölümden kurtulmuş, verdiği buyruklarla da hafif yaralılar ağır yaralıların koluna girmişti. Kür Şad’dan başka hepsi yayan gidiyordu. Aç, susuz olarak; yaraları sızlıya sızlıya Çin’e kadar hep böyle yaya gideceklerdi. Çin ordusunun yarısı Türkeli’ne baskın vermek üzere ayrılmıştı. Kür Şad yurtta kalan kocamışlarla, kadınların, çocukların ne olacağını düşünüyor, içinden onları kurtarması için Türk Tanrısı’na yalvarıyordu.
Birdenbire gözleri Bögü Alp’a ilişti. Bitkin durumda olduğu halde sırtında birisini taşıyordu: Bu, bacağı kopmuş olan yüzbaşı idi. Kür Şad atından indi. Bögü Alp’la bakıştılar. Söz söylemiyorlar, bakışlarla konuşuyorlardı. Yüzbaşıyı ata bindirdiler. Kesik bacağından hâlâ kan akıyor, yüzü gitgide beyazlaşıyordu.
Sağlam kalan gözüyle de ortalığı iyi göremiyen Ötüken delisi, başka bir çerinin koluna tutunarak yürüyordu.
Koca Yamtar tek başına sürükleniyor, neler çektiğini de Tanrı ile kendisi biliyordu. Biraz geri kalanları Çinliler kargı ile saçıyorlardı. Yola çıkalı çok olmadığı halde aralarında sekiz on kişi böylece eksilmişti.
Bir aralık Kür Şad irkildi. Fatih ve akıncı olarak gittikleri Çin’e şimdi tutsak olarak götürülmek birdenbire yüreğine bir ağırlık verdi. Az kalsın yeri göğü inleten bir haykırışla bağıracaktı. Yüzü kızardı. Bögü Alp söz söylemeseydi belki kendinden geçecekti. Binbaşı, at üstündeki yüzbaşıyı göstererek : “Öldü. Bunu bırakıp yaşıyan birisini bindirelim” diyordu. Bacağı kesilmiş olan yüzbaşıyı indirip yere uzattılar. Kür Şad ata binmeğe en çok muhtaç birisini aramak için başını arkaya çevirmişti ki ortalığı çınlatan bir kahkaha önce tutsakları, onların ardından da Çinliler’i durdurdu: Yüzbaşı Sançar o ünlü kahkahasını savuruyor, yaralı göğsüne bastıra bastıra kanlara bulanmış olan ellerini böğürlerine dayıyarak sendeliyordu. Başka zamanda olsaydı Sançar’ın kahkahası bütün orduya da bulaşır, onları da kahkahalarla güldürürdü. Fakat şimdi gülmüyorlar, gülemiyorlar, içlerinde ince bir telin koptuğunu duyuyorlardı. Bütün tutsakların içine işliyen bu kahkaha iki kişiyi ürpertmişti. Sançar’ın nadası olan Yüzbaşı Yamtar’la Onbaşı Gök Börü o kahkaha atarken her zaman yaptıkları gibi artık onu atının sırtına bağlıyarak koşturamıyacaklarını anlayınca birdenbire içleri burkulmuştu. Gök Börü’nün tek gözü şimdi çevresini iyi görüyor, katılan Sançar’ı görüyor, yaya giden savaş arkadaşlarını görüyordu. Çevrelerindeki pusatlı Çinliler onun bütün delilik damarlarını kabarmıştı. Bozkırda gürleyip yayılan bir sesle “Sançar! Sançar! “ diye bağırdı. Sançar aldırmıyor, gülmekten yere diz çökmüş olduğu halde en gür, en şakrak kahkahalarla gülerek haykırıyordu:
- Tanrının işine bak. Tavşan sürüsü Bozkurtlar’ı tutsak etmiş götürüyor. Islak kargalar doğanları yendi be...
Yamtar, Kür Şad’ın boş atını gözüne kestirerek Sançar’ı bindirmek için izin almak için yaklaşırken kahkahalar arasında şu sözler tutsakların kulaklarında, beyinlerinde, yüreklerinde çınlıyordu:
- Gök Türkler’e bak!... Hepsi atsız kalmış... Bir tek atta da bacağı kopuk yzübaşı gidiyordu... Türkeli’ni bırakıp Siganfu’ya devlet kurmağa gidiyoruz diyeceğim ama içimizde Kara Kağan yok...
Sançar’ın kahkahaları üzerine bütün tutsakların, bütün Çin ordusunun durması Çinliler arasında bir kaynaşma yapmıştı. Çin muhafızlarının başbuğu eliyle Sançar’ı göstererek bir şeyler söyledikten sonra birkaç Çinlinin Sançar’a doğru koştuğu görüldü. Fakat beriki hiç oralı değildi:
- “Öküz kadar Yamtar’ı keçi kadar Çinli tutsak etmiş, götürüyor” diye katılarak bağırıyor, gözlerinden yaşlar akıyordu.
Çinliler’in Sançar’a doğru kötü bir istekle geldikleri belliydi. En öndeki, kargısıyla dürtüş yapmak üzereydi. Sançar’ın yanında duran Yumru kargıyı eliyle tutarak “Tekdur” diye bağırdı. Zavallı Yumru arkadan gelen ikinci Çinli’nin başına vurduğu bir vuruşla sendelerken öteki sert bir dürtüşle Sançar’ı kargılamıştı. Sançar yere kapaklandı. Fakat kahkahası kesilmedi:
- Yüzbaşı Sançar’a bak! Uyuz Çinli kendisini sançıyor da koca Gök Türk bir şey yapamıyor...
Sançar bunları söylerken gülüyor, gülüyor, katılıyordu. Başka bir Çinli onun hâlâ susmadığını görünce kılıcını Sançar’ın başına çaldı. Sançar bir daha kapaklandıktan sonra dizleri üstünde yine doğruldu. Yine gülüyor, kahkahalarla bağırıyordu:
- Ulan, kılıç öyle mi çalınır? Biz bu uyuz itlere mi yenildik be? Yazıklar olsun...
Gök Börü ile Yamtar, Sançar’ın çevresindeki Çinliler’e saldırmak üzere bir fırladılar. Bögü Alp bir eliyle birini, bir eliyle de ötekini tutarak durdurdu: “Çok geç” dedi.
Bu sırada Çinliler’den biri sadağından ok çekmiş, Sançar’ı arkadan vuruyordu. Sançar sırtından oku yiyince kahkahası bir an için kesti. Kaşları çatılarak dimdik ayağa kalktı. Sonra yine sendeliyerek kahkahalar atmağa, ortalığı çınlatmağa devam etti:
- Yüzbaşı Sançar sırtından ok yedi yiyecekler. Vuran da şu it eniği kılıklı Çinli...
Sançar bunları söyliyerek birkaç adım attı. Sonra sendeliyerek dizleri üstünde çöktü. Gülmesini kesmemişti. Sesi hâlâ o gür sesti. Bu sefer başka bir Çinli karşıdan ok çekerek göğsünden vurdu. Yüzbaşı yine ayağa fırladı. Yine gülüyordu:
- Çinli’nin de yiğidi varmış be! Hem de bizim tümenbaşı Şen-king’den daha keskin nişancı... Kara Kağan seni görse tarkan yapardı...
Son olarak omuzuyla boynu arasına bir kılıç vuruşu yiyen Sançar yan üstü yere düşmüştü. Göğsüne ve sırtına saplanan oklar onu böyle yan üstü tutuyordu. Üçüncü oku böğrüne yedikten sonra artık bir daha kalkamadı. Fakat kahkahaları hâlâ çınlıyor, yalnız her an biraz daha yavaşlıyor, zayıflıyor, sönüyordu. Çinliler nöbetleşe kılıç ve kargı ile vuruyorlar, Sançar güldükçe öfkelerinden kuduracak hale geliyorlardı.
Bu alaylı kahkahalar yavaş yavaş kesildi, bitti. Bozkırı derin bir sessizlik kapladı. Sonra tek ata Yamtar bindirilmiş olduğu ve Gök Börü’nün kolunda Bögü Alp olduğu halde tutsak kafilesi güneye doğru akıp gitti.
Bozkıra gece inmişti. Gökte parlak bir ay, havada serin bir rüzgâr vardı. Yüzbaşı Sançar’ın oklarla delik deşik, kılıç ve kargılarla paramparça olmuş gövdesi toprak ananın göğsünde yatıyordu. Yattığı yer kıpkızıl olmuştu. Güneye dönük olan yüzü hâlâ gülümsüyordu. Bu gülümsiyen yüzde Çinlilerle alay eden, kendi kötü talihlerini yeren, Kara Kağan’a kızan bir anlam vardı. Bu kahkahaların çınladığı yerden çok uzak bir yerde, kahkahaların göğe yükseldiği zamandan çok zaman sonra, bir yazıcı, Gök Türkler’in torunlarına bildirinceye kadar bu kahkahalar, bu şanlı alay ve şanlı ölüm unutulup gidecekti.
Gece, tutsaklar ufukta bile görünmez olduktan çok sonra, gökten melekler indiler. Ötüken’in, bu somurttuğu zaman söz etmiyen, güldüğü zaman dört yanı çınlatan hem asık yüzlü, hem şakrak yiğidinin, kahraman Yüzbaşı Sançar’ın topraktan yaratılmış gövdesini toprağa bırakarak çelikten ve ateşten yaratılmış ruhunu göğe yükselttiler. Şeref ve zafer ilahileri söyliyerek Uçmağa ilettiler.
Yüzbaşı Sançar Uçmağa varalı on üç yüz yıldan çok oldu. Onun düştüğü meçhul yerde, ay ışıklı yaz gecelerinde hâlâ ıztıraplı kahkahalar ve şeref ilahileri işitilir. Bu ilahiler rüzgârın çıkardığı sestir. Onu herkes işitir. Fakat o ıztıraplı kahkahaları herkes duyamaz. Onun yankılarını uzak, yakın ellerden, ancak içinde Tanrı Dağı’nın odu yanan gönüller sezer. Bu ıztıraplı kahkahalar Yüzbaşı Sançar’ın soyu, onun düştüğü yerde zafer töreni yapıncaya kadar yıllarca, belki yüzyıllarca sürüp gidecek..