Şen-king sabahleyin uyanıp da Kür Şad’ın çoktan gittiğini öğrenince köpürdü. Çevresindeki erlere bağırıp çağırdı. Sonra kendi buyruğundaki bin eri alarak Kür Şad’ın izinden dört nala at sürdü. Fakat nedense başka zaman yıldırım gibi uçan bu atlılar bu gün aksıyorlardı.
Şen-king hem Kür Şad’a kızıp sövüyor, hem de korkuyordu. Niçin geç kaldın diye Kür Şad’ın kendisine bir oyun etmesinden çekiniyordu.
Çin beği böyle kuşku içinde at süre süre öğleyi etti. Güneş tepelerine çıktığı zaman Şen-king bir savaş alanına gelmiş bulunuyordu. Burada bir savaş olduğu, yerde yatan ölülerden belli idi. İşte yüzlerce Çinli serilmiş yatıyordu. Aralarında Türkler de bulunuyordu. Şen-king ilk önce alana şöyle bir baktı. Sonra gözüne yerde bir Türk yaralısı ilişti. Gözleri kapalı, kesik kesik alıyordu. Çin beği atından atlıyarak yaralıya yaklaştı. Yüksek sesle ona sordu:
- Yaralı! Savaş nice oldu? Bizimkiler nerede?
Yaralı Türk yavaş yavaş gözlerini açtı. Şen-king’i görünce başını çevirdi. Sona gene ona bakarak şöyle dedi:
- Biz sizi yendik. Sizinkiler hep kızıl tamuya gitti.
Çin beği kızardı. Yaralı Türk eri kendisini yağı Çinli sanmıştı. Şen-king bir şeyler söylemek gerektiğini seziyordu. Dik bir sesle:
- Çeri! Beni tanımadın mı? Ben Kara Kağan binbaşılarından, İ-çing Katun kardeşi Şen-king beğim, diye bağırdı.
Yaralı yine gözlerini açarak fısıldadı:
- Biz sizi yendik. Git yurdunu kurtar!
Çin beğinin eli kılıcına gitmişti. Başını kaldırıp çerilerine baktı. Kendisine dikilen bu gözlerde sert bir meydan okuma, bir sövme duyar gibi oldu. Ölmek üzere olan yaralıyı bırakarak atına atladı. Bin atlısının ardına takarak sürdü.
Köye vardıkları zaman Işbara Alp erleri köyü yağma ediyorlardı. Şen-king bir ara yağmaya baktı. Işbara Alp’ın çerileri evlere giriyorlar, bulduklarını alıp yedek atlara yüklüyorlardı. Bir takımı da öteden beriden koyunları topluyor, sürüp getiriyordu. Çin beği kendi erlerini de yağmadan istifade ettirmek için arkasına döndü. Düzgün sıralar halinde duran erlerine bağırdı:
- Haydi, siz de yağma edin!
O, buyruk üzerine erlerin sevinçle dağılacaklarını sanmıştı. Kimsenin yerinden kıpırdamadığını görünce şaşırdı. Yeniden bağırdı:
- Anlamadınız mı? Yağma edin diyorum!
Fakat ortalıkta en küçük bir kıpırdanış bile olmadı. Şen-king öfkelenmişti. Bu da ne demek oluyordu? Hangi cüretle kendi buyruğuna karşı geliyorlardı? Bu sefer öfkeden zangır zangır titriyerek yine bağırdı:
- Size söylüyorum! Yağma edin!
Çin beği nerdeyse kuduracaktı. Yoksa kendisine isyan mı ediyorlardı? İşte beride, çok iyi tanıdığı Onbaşı Pars bir torbanın içine doldurduğu ulcaları alıp gelirken kendisinin buyruk verip bağırdığını, erlerinin de aldırış etmediğini görmüş, gülümsemişti. Şen-king daha çok rezil olmak istemedi. Sıraların en önünde bulunan yüzbaşılardan birini çağırdı:
- Yüzbaşı, buraya gel!
Yüzbaşı at sürüp geldi.
- Neden buyruğuma kulak asmıyorsunuz? Niçin yağma etmiyorsunuz?
- Yağma hakkımız yok!
- Neden?
- Köyü Binbaşı Işbara Alp almıştır. Hak onundur.
- Ben size buyruk veriyorum.
- Olmaz; türeye uymaz.
Şen-king türe sözünü işitince durdu. Türk türesinin ne yaman şey olduğunu, ona baş eğmeyen kişi Kağan olsa ve büyük bir kahraman olup Türklere zaferler kazandırmış bulunsa bile gene ezeceklerini Şen-king iyi biliyordu. Onun için yüzbaşı “Türeye uymaz” deyince sözü kesmişti. Şimdi artık ne yapacağını pek bilmiyordu. Yüzbaşıya kendisi gelinceye kadar beklemelerini söyliyerek köye girdi.
Işbara Alp’ı arıyordu. Kür Şad kendisine buyruk vermeden çekildiği için ne yapması gerektiğini Işbara Alp’tan soaracaktı. Hem de durumu bilmiyordu. Kür Şad ortada görünmüyordu. Bunları öğrenecekti.
Köyün içinde atı ile yavaş gidiyordu. Evlere çeriler giriyorlar, işlerine yarıyan ne bulurlarsa alıp çıkıyorlardı. Burası büyücek ve oldukça zengin bir köy, hattâ bir kasaba idi.
Şen-king giderken küçük bir meydana rasladı. Burada birkaç çeri ayak üzerinde konuşuyorlardı. Bir ötekine yüksek sesle bir şeyler anlatıyor, öbürleri dinliyordu. Anlatan şöyle diyordu:
- Herif açık gözün biri imiş. Bizim aldığımız köyü kendi çerilerine yağma ettirmek istiyordu. Daha Türk Türesini öğrenememiş. Çin aklı... Çeriliğe yatışmaz ama çaşıtlık olursa ona erer.
Şen-king kendisinden bahsolunduğunu anlamıştı. Arkası kendisine dönük olan çeriye doğru at sürdü. Kırbacı ile başına vuracaktı. Fakat bu çeri at sesini işitince geri döndü. O zaman Çin beği duraksadı. Çünkü bu, Onbaşı Pars’tı. Şen-king bağırdı:
- Onbaşı! Çizmeden yukarı çıkma!
- Çizmeyi aştığım yok. Senin beceriksizliğini söylüyorum.
- İleri gitme...
- Zaten gitmiyorum. Yerimde duruyorum.
- Sana haddini bildiririm.
- Kılıçla mı?
- Neyle olduğunu sonra görürsün!
Şen-king bu sözü söyliyerek uzaklaştı. Pars’ın yanındakiler de gülerek birer birer gidiyorlardı. Pars, aklına bir şey gelmiş gibi birden dönerek gitmekle olan Çin beğine bağırdı:
- Yoksa Kür Şad’ın kamçısı ile mi?
Şen-king bunu işitince atını durdurdu. Kan beynine sıçramıştı. Yayına bir ok yerleştirerek gezledi. Yeniden arkasına dönüp önündeki torba ile uğraşmakta olan Pars’a fırlattı. Ok vınlıyarak uçtu ve Onbaşının tam bir karış sağında toprağa saplandı. Pars ağır ağır başını çevirip oku kimin attığını aramağa koyulurken keskin, şakrak bir kahkaha köyü çınlattı. Bu kahkahayı işitince hemen evlerden bir çok çeriler fırlıyarak olanı biteni anlamak istediler. Sançar kıyıda, atının üstünde yana doğru eğiliyor, Şen-king’e bakarak katılacak gibi gülüyor, hem de söyleniyordu.
- Ulan herif hâlâ ok atmasını öğrenememişsin be... Elli adımdan Pars’ı vuramadı. Acaba dokuz adımdan öküzü vurabilir mi?...
Bu sözler ve Pars’ın yanında saplı duran ok, elli adım ötede kudurmuş gibi bakarak atının üstünde duran Şen-king çerilere meseleyi anlatmıştı. Sançar’ın kahkahasını işittikleri her zamanda olduğu gibi hepsi birden katılarak gülmeğe başladılar.
Sançar atının yelesine kapanmış, gülüyor ara sıra başını kaldırarak çevresine bakıyor, gözlerinden şıpır şıpır yaş akıyor, sonra gene atın üzerine eğiliyordu.
Şen-king, Ötüken’de ok attığı gündekinden daha fena olmuştu. Çünkü o zaman ancak bir konuktu. Şimdi ise Gök Türk ordusunda binbaşı olduğu halde gene kendisini saymıyorlar, gülüyorlardı.
Dört çevreyi uğuldatan bu gülme birdenbire kesilince Çin beği başını kaldırdı. Işbara Alp’ın ortada görünüşü herkesi susturmuştu. Yalnız bir kişi, atından aşağı yuvarlanmış olan Sançar hâlâ kırılasıya gülüyordu. Binbaşı sağa sola bakındı. İki onbaşı koşarak bir kucaklayışta Sançar’ı atına bindirip yelesine bağladılar. Sonra atı kırbaçlıyarak koşturdular. Sançar gülmeğe başladı mı başka çaresi bulunmazdı. Her zaman böyle yaparlardı.
Şen-king, bu fırsattan istifade ederek Binbaşı Işbara Alp’a soracağı şeyleri sormak istedi. Atını ona doğru sürmek isterken bir şakırtıdır koptu. Köyün ilerisinden Kür Şad, arkasından birkaç binbaşı ve yüzbaşı olduğu halde gözüktü. Dolu dizgin geliyorlardı. O denlü hızlı geliyorlardı ki Çin beği kendisini çiğniyecekler sanarak korktu, kıyıya çekildi. Halbuki dört nala gelen o atlılar daha kendisine varmadan, Işbara Alp’ın önünde zınk diye durdular. Kür Şad yüksek sesle şunları söyledi:
- Işbara Alp! Çin Kağanından elçi geldi. Bizimle barış yapmak için birçok mal, darı, kumaş, akça, hayvan veriyor. Kara Kağan razı oldu. Geriye dönüyoruz.
Şen-king bu sözleri işitince başından aşağı kaynar su giymiş gibi oldu. O ne umuyordu, ne çıkmıştı? Demek ki Kara Kağan Çin’i alarak kendi ailesini Çin tahtına geçirmeği hiç tasarlamamıştı. Çin beği bunları düşünürken Kür Şad ona döndü. Şöyle dedi:
- Senin çerilerin bir şey yağma edemediler. Ötüken’e elleri boş dönecek değiller ya! Köyün dışında onlar için biraz mal bıraktırdım. Hemen yağmalat!
Şen-king kendi buyruğundaki çerilere bu yağma buyruğunu verdiği zaman onları pek isteksiz buldu. Hattâ yüzbaşılardan biri yerinden bile kıpırdamadı. Çin beği ona niçin gitmediğini sorunca şu cevabı verdi:
- Yağma, kılıç hakkı olmalı. Biz kılıcımızla bir iş görmedik ki.
Yüzbaşı bu sözleri söyliyerek ıslık çalmağa, atını okşamağa başladı. Şen-king bu gün bütün aksiliklerin kendine geldiğini düşünerek dişlerini sıktı. Yüzbaşının yanından uzaklaştı.
Ertesi günü bütün Gök Türk ordusu Çin’den aldıkları bol ulca ile karınları tok ve keyifleri yerinde olduğu halde Ötüken’e dönüyordu. Koca ordunun içinde halinden memnun olmıyan iki kişi vardı. Bunlardan biri Çin beği Şen-king’di. İkincisinin kim olduğunu okuyucular ilerde öğreneceklerdi.