S.52

Aradan beş yıl daha geçti. Gök Türkler tutsaklığa düşeli on yıl olmuştu. Şimdi Çıgay Börüler, Göktaşlar, Barmaklaklar, Sungurlar, Kara Budaklar, Kızıl Bukalar, Tanrıvermişler yetişkin birer gençti. Hepsi de özel çerinin çocuk denecek kadar genç subaylarıydılar.

Kür Şad’la Bögü Alp sabahtan beri konuşuyorlardı. Pek önemli bir konu üzerinde oldukları belliydi.

Kür Şad uzun bir sessizlikten sonra şöyle dedi:

- On yıllık tutsaklık artık sona ermelidir. Adımız, sanımız yok olmasın diye, budun yeniden dirilsin diye işe koyulmanın çapı geldi. Türk beğleri hep Çin kağanına mı işini gücünü verecek? Tiğinler, Şadlar Çin adları mı taşıyacak? Budunun ahlakı şimdiden bozulmaya başladı. Ötüken’deki bahadırlık havası artık yüreklerde esmiyor. Çocuklarımızın gözlerini Çin evlerinde dünyaya açılıyor. Kadınlarımız kısırlaşıyor , erkeklerimiz melezleşiyor. Böğü Alp !Enini,boyunu düşündüm. Her işi hesapladım. Budunu kurtarmak için ihtilal çıkaracağız!....

Kür Şad’ ın gizli düşünceleri bilen yalnız Böğü Alp’tı.Yıllardan beri onunla konuşup hazırlanıyor, onun buyrukları yerine getirmek için sağa sola koşuyordu. Üçoğul’un ardına düşmesi de bunun içindi. Ona şöyle cevap verdi:

- Kür Şad! Onyıl süren kutsuzluğun sonu gelmiş olsa gerek. Kara Kağan, Tulu Han.. Bunlar budunun başına geçecek kadar güçlü değillerdi. Çuluk Kağan ‘dan sonra bunlar pek sönük kalmışlardı. Artık Kara Kağan yok. Çuluk Kağan’ın oğlu olarak sen varsın . Kür Şad ! İhtilale başımızda olacak, iş başarılınca kağanlığa geçeceksin!

Kür Şad bu düşünceyi kabul etmedi:

- Hayır Böğü Alp ! İhtilale başkanlık edecek, fakat kağan olmıyacağım!
Böğü Alp hayretle baktı:

- Ya kim kağan olacak?
- Urku..

Kür Şad çok kesin konuşuyordu. Böğü Alp bir zaman ağzını açmadı. Sonra yavaş bir sesle sordu:

- Sen niçin kağan olmuyorsun?
- Kağan olmak için bir ihtilale başkanlık etmek istemiyorum.
- Fakat Urku daha on beş yaşında.
- Zarar yok. Babam kağanın bütün erdemlerini kendisinde toplamış. Çuluk Kağan’dan sonra kağanlık Tulu Han’ın, Tulu Han’dan sonra da Urku’nun hakkı idi.

Bögü Alp, Kür Şad’ın kağan olması düşüncesine kendini o kadar alıştırmıştı ki onun söylediği sözlerin türeye uygun olması bile kendisini kandıramıyordu.

- Kür Şad! Sen Bozkurt soyunun en büyüğüsün. Bizim türemize göre kağanlık ölen kağanın oğluna değil, kardeşine, amcasına, yeğenine de geçebilir. Bütün beğlerin de seni kağan seçeceklerini biliyorum. Kağanımız sen olacaksın!
- Hayır! Bütün beğler beni seçse de yine kağan olmıyacağım. Kağanlık buduna bir hizmettir. Fakat aynı zamanda kişinin bir kazancıdır. En yüce hizmet, karşılık kazanç beklemeden yapılan hizmettir. Şimdiye dek Türk budununa gereğince hizmet edemedim. Hem borcumu ödemek, hem de Bozkurt ocağının son yıllardaki uygunsuz işlerini silip kapatmak için kağan olmıyacağım. iHtilali en seçme Türklerle yapacağız. Tasarladığım iş çok atılgancadır. Başarırsak budun kurtulacak, başaramazsak dökülecek kanlarımız geride kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Ölüme karşı göz kırpmadan yapılan her saldırış büyük bir ülkü için çekilen her kılıç, atılan ok, çekilen her emek bil ki boşuna değildir. Bunun sonucu mutlaka kazançlı olacaktır. Böyle işlerde ne kadar yiğitlik gösterilirse, ne kadar can harcanırsa başarı o kadar kesin olur. Bir işe girişirken önce iyi düşünüp tasarlamalı. Tasarladıktan sonra, yapılacak en iyi iş artık fazla bir şey düşünmeden dileğe saldırmaktır. On yıl bekledik, daha bekliyemeyiz. Bu kadar büyük bir ülkü için kılıç çekerken, başkanlık eden kişinin gönlü kanmış, usu yatmış olmalıdır. Böyle olursa başkan daha güçlü olur. Daha sert buyruk verir. Ben ihtilâlde daha iyi buyruk vermek için gönlümü yatıştırmış olmak isterim. Bunun içindir ki, kağanlığı kabul etmiyorum. Kağan Urku olacaktır.

Bögü Alp Ötüken’deki sertliğini yeniden takınmıştı:

- “Buyruk senindir” dedi.



O gece gökteki yıldızlar titreşip yanıyor, Ötüken’den gelen sert bir rüzgâr ciğerlere dolup taşıyordu. Kür Şad’ın evinde toplantı vardı. Kür Şad’la Bögü Alp güvendikleri tüm beğlerinden birkaçını çağırmışlardı. Aldıkları buyruk gereğince yayan olarak geliyorlardı. Önce iri Yamtar, arkasından Yağmur’la Üçoğul, daha sonra da Ay Kutluk’la Emen geldiler. Yedi kişi az ışıklı bir odada büyük bir iş konuşuyorlardı. Her zamanki gibi ciddi idiler. Fakat başladıkları işin ululuğundan habersiz gibi idiler. Tarihe mâl olmuş kahramanlıklarının en şanlısını yaratacaklarını bilmiyorlardı. Kür Şad söze başladı:

- Türk Beğleri! On yıl süren tutsaklık sona erecektir. Ötüken’de devlet kuran atalarımızın ruhunu daha çok incitmemek, ıssız kalmış bozkırları daha çok yalnız bırakmamak, yağıyı daha çok güldürmemek, budunu ünsüz bırakmamak, Türk Tanrısı’nı daha çok öfkelendirmemek için devleti yeniden kuracağız. Devleti diriltmek için de Çin kağanına karşı bir ihtilâl yapacağız. Bögü Alp’la bunu kararlaştırdık.

Kısa bir sessizlikten sonra sordu:

- Yüzbaşı Yamtar! Bizimle birlik olacak mısın?
- Evet Kür Şad!
- Yüzbaşı Yağmur ya sen?
- Evet Kür Şad!
- Yüzbaşı Üçoğul! Sen?
- Evet Kür Şad!
- Onbaşı Ay Kutluk! Sen?
- Evet Kür Şad!
- Onbaşı Emen! Sen?
- Evet Kür Şad!

Kür Şad kılıcını çekti. Binbaşı Bögü Alp’la üç yüzbaşı iki onbaşı da öyle yaptılar. And vereceklerdi. Kür Şad söyledi:

- Gök girsin, kızıl çıksın!

Hepsi tekrarladı:

- Gök girsin, kızıl çıksın!

Kılıçlar hızla kınlara girdi. Şimdi Kür Şad yeniden söze başladı. Sözleri od parçası gibi gönüllere ve beyinlere yazılıyordu:

- Urku Tigin Türk kağanı olacaktır. Onu Ötüken’e götürüp kağan yapmak için önümüzdeki engelleri yıkacağız. Bu engeller Çin kağanı ile Çin çerisinin bu azlıkla o çokluğu yenmek için çokluğun başını ezmek gerek. Çin kağanını tutsak edip elimizde rehin olarak tutacağız. Bu sayede Urku’yu kaldırıp toplıyabildiğimiz Türklerle Ötüken’e kadar götüreceğiz. Elimizde Çin kağanı rehin durdukça bize bir şey yapamazlar. Çin kağanına buyruk verdirip isteğimizi elde edebiliriz. Çinliler, kağanları tutsak olduğu için onu dinlemezlerse, yahut kağanı tutamıyacak duruma gelirsek, o zaman onu öldüreceğiz.

Kür Şad sustu. Bögü Alp da içlerinde olduğu halde altı Türk beği Çin kağanının nasıl tutsak edileceğini düşünüyordu Kür Şad bu düşünceleri sezmiş gibi yine söze başladı:

- Çin kağanı her gece kılık değiştirerek ve yanına çeri almıyarak şehrin sokaklarında geziniyor. Yanında yalnız bir yaver bulunuyor. Onu bu sırada yakalıyacağız. Onu tutacağımız yer sarayın ahırlarına yakın olduğu için kendisini güçle ahırlara götürecek iyi atları alacak ve seyisleri yok edeceğiz. Çin kağanının özel çerisi olduğumuz için bizden kimse şüphelenmez. Aramızda Çin kağanı da olduğu halde sarayın batı dairesine gideceğiz. Urku Tigin orada bulunuyor. Oradan Urku’yu kurtarıp Çin kağanına zorla buyrultular yazdıracağız. Urku Tigin’in kapısının kapalı olması ihtimalini de düşünürsek yanımızda iri taşlar bulunduracak ve gerekirse bunlarla kapısını kıracağız. Bu işler olurken bir takımımız atları hazır bulundurup çevreyi kollıyacak.

Kür Şad yeniden sustu. Yarı aydınlık odada altı beğin gözlerindeki korkunç ışıltıları görüyordu. Bu ışıltılarda on yıllık özentiden sonra yeniden savaşa başlamanın sevinci, yağıdan öç almanın övüncü, kılıç şakırtılarının kıvancı vardı. Bu büyük maceraya hemen şimdi atılmak istiyor gibi dalgındılar. Kür Şad’ın sesi onları bu dalgınlıktan uyardı:

- Türk Beğleri! Bu iş üç gece sonra , ay tolunken yapılacak. Üç güne kadar yapacağınız iki yumuş var: Birincisi pusatlarınızı iyi bilemek ve azlık olduğumuzu düşünerek zırh göğüslüklerinizle çelik tulgalarınızı hazırlamak. İkincisi de üç güne kadar en yiğit, en güvenilir arkadaşlarınızı, yakınlarınızı ihtilâle çağırıp and verdirmek!

Yamtar söz aldı:

- Kür Şad, buyruk verirsen sana şimdiden sekiz kişinin adını söyliyeceğim.
- Kim bunlar?
- Biri Onbaşı Gök Börü!

Kür Şad’ın bakışları bunlandı:

- İyi dedin yüzbaşı! Onu ben de düşündüm. Ama neyliyelim ki iki gözü de görmüyor. Böyle bir işte Gök Börü be yapabilir?
- Kür Şad! On yıldır karanlıkta yaşıyan Gök Börü bu günü bekliyordu. Onun güneşi ancak böyle bir günde doğacaktır. Doğru dedin: Görmüyor, fakat seziyor. Hiç olmazsa bir Çinliye denk olacak kadar seziyor. Buyruk ver de gelsin.

Kür Şad başını önüne eğdi. Uzun uzun düşündükten sonra:

- “Peki gelsin!” dedi.

Yamtar devam etti:

- Öteki yedi kişi de Gök Börü’nün öğrencileri. Benim oğlum Göktaş, Sülemiş’in oğlu Barmaklak, Arık Buka’nın oğlu Çıgay Börü, Üçoğul’un oğulları Karabudak ve Kızıl Buka, Gök Börü’nün oğlu Sungur, Alka’nın oğlu Tanrıvermiş. Bunların hepsi 15-16 yaşında genç yiğitler. Gök Börü hepsine ok atmasını, kılıç vurmasını, kargı sançmasını öğretti. Hepsi bu gün için yetişip büyüdüler. Biz onlardan daha katı vururuz. Onlar bizden daha çabuk vururlar. Onlarla biz birlikte olursak birbirimizi bütünleriz.

Kür Şad:

- “Bu genç bahadırları aramızda görmek eski akın günlerini hatırlatacaktır” dedi.

Bögü Alp yerindi:

- Yazık! Benim oğlum ancak on yaşında. Bu savaşa girecek kadar olgun değil...

O zaman Kür Şad’ın aklına kendi ailesi geldi. On üç yaşında bir kızıyla dört yaşında bir oğlu vardı. Ötekiler bu kötü Çin şehrinde hep ölmüştü.