Yamtar şimdi daha ağır bir yük altında idi: Gök Börü’nün tarlasını ekip biçmek, andasına ve andasının oğluna bakmak da artık kendi görevleri arasına girmişti. İlk günlerde öteki Türkler’den epey süt, yoğurt, et bularak Gök Börü’yü beslemiş; çabuk iyileştirmeye çalışmıştı. Gök Börü birkaç gün yatıp bir yere çıkmamış, sonra her gün tarlasına çıkarak bir ağacın altında oturmayı âdet edinmişti. Hemen hemen hiç konuşmuyordu. Sırtını ağaca veriyor, başını ağaca yaslıyor; sabahtan akşama kadar öylece kalıp düşünüyordu. Pek az yemek yiyordu. Yalnız sık sık Sungur’u çağırıyor, ne yaptığını soruyor, Sungur yaptığı işi veya bir şey yapmadığını söyleyince “peki” diyip sessizliğe dalıyordu. Yamtar onun içinde ne büyük kasırgalar estiğini anlamıştı. Çok konuşmamanın, hattâ onu avundurmaya çalışıp öfkelendirmenin; içinin ince tellerine dokunmamanın doğru olacağını biliyordu. Günde üç dört kere yanına geliyor, yemeklerini Gök Börü ile yiyor, bu arada ona birkaç şey söylüyordu. Yamtar andasını sevindirecek haberler vermeğe çalışıyor, hoşlanmıyacağını sandığı şeyleri ondan saklıyordu.
Böylelikle bir yıl daha geçti. Gök Börü artık duygularıyla gözlerinin yokluğunu gidermeğe başlamıştı. Evinden tarlaya yahut Yamtar’ın evine giderken yolu pürüzsüz yürüyor, yaklaştığı yerde birisi olup olmadığını seziyordu.
Şimdi bütün zamanını oğlu Sungur’la Yamtar’ın oğlu Göktaş’a güreş dersi vermekle geçiriyor, onları güreştiriyor, onların birbirlerine yaptıkları oyunları, gözleri görmediği halde şaşılacak bir sezgi ile anlıyor, yanlışlarını düzeltiyordu. Bazan Yamtar da geliyor, o da derslere karışıyor; hatta küçüklerle elense ederek onların isteğini arttırıyordu. Küçük güreşçiler bir ayda işi ilerletmişlerdi. Gök Börü onlara ağaç dallarından iki kılıç yapıp vuruşmalarını da öğretmişti. Yamtar da deriden kalkan yapmış, işi tamamlamıştı. Göktaş’la Sungur akıllarına geldikçe güreşiyorlar, kılıç oyunu yapıyorlar, taş yarıştırıyorlardı.
Bir gün yine meraklı ve kendilerine göre çetin bir güreş yapıyorlardı. Babaları da göz ve gönülle onlara bakıyordu. Kendilerini güreşe o kadar kaptırmışlardı ki, yaşlı bir Çinlinin yanlarına yaklaştığını görmediler. Bunu ilk sezen Gök Börü oldu. Yamtar’ın omuzuna vurarak: “Sor bakalım, şu Çinli ne istiyor” dedi. Güreş durmuş, Yamtar’ın ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı. Gök Börü artık, yalnız birisinin yaklaştığını sezmekle kalmıyor, bunun Çinli olduğunu da anlıyordu. Yamtar şimdi iki çocuğu güreştiren iki yıllık tutsak Yamtar olmaktan çıkmış, Türk beği, Gök Türk ordusunun yüzbaşısı Yamtar olmuştu. Sert bir sesle:
- “De bakalım Çinli! Ne istiyorsun?” dedi.
Yaşlı Çinli belirsiz bir şekilde gülümsedi. Şaşılacak şey! Bu Çinli gülümsediği zaman öteki Çinliler gibi iğrenç ve aldatıcı bir yüz almıyor, aksine olarak sevimlileşiyordu. Yamtar buna bakıyor, çocuklar bunu seziyor, Gök Börü bekliyordu. Çinli oldukça düzgün bir Türkçe ile cevap verdi:
- Size birkaç öğüt vermek istiyorum.
Gök Börü’nün sağ elini, kemerinin soluna doğru attığı görüldü. Bu kılıç çekerken yapılan bir davranıştı. Fakat iki elinin birden aşağı düşmesi bir oldu. Kemer kayışının solunda artık eskiden olduğu gibi bir kılıç asılı değildi. Bir Çinlinin gelip de kendilerine öğüt vermek istemesi onu çileden çıkarmağa yeterdi. Yamtar’ın verdiği karşılık öfkelenmekte olan Gök Börü’nün içine birkaç damla su serpti:
- Bizim Çinli’den alacak hiçbir öğüdümüz yok!
Kocamış Çinli bu sözlere kızmadı. Biraz daha gülümsiyerek:
- “Bu küçük çocukları niçin güreştiriyorsunuz?” diye sordu.
Yamtar şaşırdı:
- İyi güreşmeği öğrensinler diye.
- İyi güreşip nolacak?
- Sen alık mısın, nesin? Bu çocuklar kırk yıl böyle çocuk kalacak değiller ya. Elbet büyüyüp er olacaklar.
- Er olunca güreş ne işlerine yarıyacak?
- Güreşmeden, dövüşmeden, ok atmadan, kılıç vurmadan, kargı sançmadan, at yarıştırmadan kişi er olur mu?
Çinli gülümsiyerek:
- “Türk felsefi...” dedi.
Yamtar bundan bir şey anlamamıştı. Sordu:
- Ne dedin?
- Türk felsefesi.
- Nedir o?
- Türkler’in derin düşüncesi.
- Türkleri’in derin düşüncesi mi dedin? Peki neymiş o?
- Demin söyledin ya: Güreşmek, döğüşmek, yarışmak...
- Bunlar kötü şeyler mi?
- Çok kötü!
Yamtar’ın gözleri açıldı:
- Ne? Ya iyi olan nedir?
- Bilimi felsefe.
Yamtar gülümsedi:
- Peki bu bilimle felsefe nedir, ne işe yarar?
- Doğruyu bulmaya yarar.
- Bana bak Çinli! Kocamışlık seni bunatmış mı ne? Böyle öğüt vereceksen çabuk buradan çekil de bizi öfkelendirme. Doğru ile eğrinin ne olduğunu biz biliyoruz.
Çinli yine gülümsedi:
- Bilmiyoruz.
Yamtar öfkelenmeğe başlamıştı:
- Doğruyu bilmiyorsam sana ne? Ne diye gelip bana kendi saçmalarını öğretmeğe kalkıyorsun?
- Çünkü herkese doğruyu öğretmek için hocama söz verdim.
- Hocan mı? Hocan kim?
- Hocam ünlü Çin filozofu Çao-lien. Ben de onun çırağı filozof Şen-ma. Hocamdan ayrılalı dört yıl oldu. Her yeri gezip insanlara doğruyu öğretmeğe çalışıyorum.
Yamtar merakla sordu:
- Sen dört yıl öncesine kadar çırak mı idin?
- Evet!
Yamtar acıyarak baktı:
- Bana bak Çinli! Seni kırmak istemem, sözlerime gücenme ama pek beyinsizmişsin.
- Neden?
- Sakalın ağarıncaya kadar çırak kalırsan sana uslu kişi denmez ya.
- Bilim ve felsefe çabuk öğrenilmez.
Yamtar yine güldü:
- Canım! Çin işinin güçlüğünden nolacak? Kılıç savurmaktan da daha güç değil ya...
- Daha güçtür.
- Daha mı güçtür? Öyleyse sen yaman bir bahadır olacaksın. İstersen gel seninle bir kılıçlaşalım. Ama şimdi kılıcım yok. En iyisi gel seninle güreşelim.
- Ben güreş bilmem.
- Bilim ve felsefe güreşten daha güçlü diyorsun. Kolayını bilmeden gücünü nasıl öğrendin?
- Çünkü güreş faydasızdır. Bilim kişiye çok şey öğretir
Yamtar’ın canı sıkılmıştı:
- Siz Çinliler her şeyi biliriz sanıyorsunuz. Tarla bellemeyi yalnız kendimiz biliriz sanırsınız. Bana bu işi öğretmek için de bilgili bir Çinli gelmişti ama ben ondan daha iyisini bildiğimi kendisine gösterdim. Senin bilim, felsefe dediğin de böyle saçma bir şey olacak. Ben iyi ok, attığım, ata bindiğim halde karınımı doyuramıyorum. Senin felsefe dediğin nesne benim açlığımı giderir mi? sen bana onu söyle.
- Elbette giderir.
Yamtar sevincinden bir irkildi. Çinliye doğru bir adım attı:
- Çabuk söyle: Şu felsefe nedir? Tez davran da şu yere batası açlıktan kurtulayım.
Çinli yine gülümsiyerek cevap verdi:
- Bu bir günde olacak iş değil. Bunun için uzun zaman ders almak, öğrenmek gerek.